Politik Bir Erdem Olarak Umut

Hesiodos'un İşler ve Günler’inin insanlığa bıraktığı en büyük miraslardan birisi “Pandora’nın Kutusu” mitidir.

Hesiodos’un İşler ve Günler’inin insanlığa bıraktığı en büyük miraslardan birisi “Pandora’nın Kutusu” mitidir. Bu miti kısaca hatırlayalım: Hesiodos’a göre Pandora, insanlık için bir lanetin adıdır. Balçıktan yaratılan Pandora, bir tanrıça kadar güzel, hain bir tilki kadar kurnaz, aynı zamanda usta bir yalancıdır. Yeryüzüne kötülüklerin yayılmasına, insanların dünyada dertlerle boğuşmasına neden olan da Pandora’dır. Çünkü o, Zeus’un tembihlerini dinlememiş, açmaması sıkıca tembihlenen kutuyu açma gafletinde bulunmuştur. Bu, kötülük kutusudur. Pandora, bu lanetli kutuyu açmış ve bilindik tüm kötülükler (haset, zahmet, dert, tasa, kaygı, hastalık ve sayısız başka kötülük) insanlığın yakasını sonsuza dek bırakmamak üzere kutudan fırlayıp gitmiştir. Pandora, kutunun kapağını kapatırken sadece bir şeyi kutunun içinde tutmayı başarmıştır. İşte o şeyin adı “umut”tur.[1] Pandora’nın kötülük kutusundaki umut, hiçbir şey yapmadan her şeyin değişmesine dair beklentinin adıdır. İnsanlığı pasifizme sürükleyen, eylem kabiliyetini körelten bu türden umut, felaketlerin en tehlikelisidir. Böyle yanlış türden bir umudun alternatifi ise asla karamsarlık değildir. “Çünkü karamsarlık felcin ta kendisidir.”[2] Bize bir umut lazımdır; başka türden, yeni bir umut… Bu umudun önkoşulu ise eylem ve harekettir. Adaletsizliği fark eden, şimdiki zamanda adalet için mücadele eden bir umut… Nietzsche’nin tabiriyle, “gerçekle yüzleşme cesareti” bu umudun olmazsa olmazıdır.

Umudun hareket ve eylemle birleşmesine dair güzel bir örnek vardır. Bosna Hersek Savaşı’nın en şiddetli günleri yaşanmaktadır. Bosna halkı, Sırp askerlerinin vahşi işgali nedeniyle en temel gıda maddelerine bile ulaşmakta güçlük çekmektedir. Saraybosna’da ekmek fırınları günde sadece birkaç saatliğine hizmet vermektedir. Halk, ekmek almak için uzun kuyruklar oluşturmaktadır. Yine böyle bir gün, takvimler 27 Mayıs 1992’yi gösterdiğinde, Sırp keskin nişancılar, ekmek almak için fırın önünde sıraya giren masum sivillere ateş açmış, bunun neticesinde 22 sivil hayatını kaybetmiştir. Bosnalı büyük müzisyen Vedran Smailović bu dehşet olayın canlı şahididir. Bu korkunç tanıklık ona bir şeyler yapması gerektiğini düşündürtmüştür. Smailović, umutsuzluğa kapılmak yerine, elinden geleni yapmaya karar vermiş; kararını da vakit geçirmeden eyleme geçirmiştir. Konser kıyafetlerini titizlikle giymiş, çellosunu yanına alarak fırın katliamının gerçekleştiği yere götürmüş ve o muhteşem eseri, Tomaso Albinoni’nin sol minör Adagio’sunu çalmıştır.[3] Sırp bombaları ve keskin nişancılar Bosnalı masum sivilleri hedef almaya devam ederken Smailović, şehir meydanında 22 gün boyunca müziğini icra etmiştir. Bu eylem, savaşın tüm kötülüklerinin bitmesi için Smailović’in müzikal bir duasıdır. Karanlık harabelerden yükselen umudun parıltısıdır. Moral gücü ve direnme motivasyonu veren müzik, şiddetin deliliğini aşan yaratıcı bir eyleme dönüşmüştür. Müziğin iyileştirici gücü, savaşın kötülüklerine galip gelmiştir.

Politik bir erdem olarak umut, toplumsal sorunları aktif bir şekilde giderme çabasıdır. Direnmede, itirazda, isyanda kendini gösterir. Demokratik yönetimde umut, daha iyi yönetimi isteme, daha iyi bir yaşamı talep etme, adaletsizlikler karşısında sesini yükseltme tavrıdır. Peki Türk milleti olarak, politik arenada umutlu bir millet miyiz? Bir şeylerin değişeceğine dair inanç taşıyor muyuz?

2024 yılında Pandora’nın kutusundan dünyaya ve bilhassa ülkemize birçok kötülük saçıldı. Savaşlar, krizler, siyasi çalkantılar olağanca şiddetiyle insanlığın üzerine çöktü. Türk toplumunun günümüze ve geleceğe bakışını doğrudan etkileyen bu hadiselerin etkisini ölçmek her zamankinden daha çok önem kazandı. Bu bağlamda, Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün 2 Ocak 2025’te açıkladığı Türkiye Siyasi Gündem Araştırması, Türk milletinin siyasi sorunların çözümüne dair eğilimlerinin kuvvetli ipuçlarını veriyor.[4] Bilhassa ankette yer alan iki soru ve bu iki sorunun cevaplarının birbirleriyle olan ilişkisi, üzerinde düşünülmeye değer bir husus olarak önümüzde duruyor.

İlk soru: “Bugün bir milletvekili genel seçimi olsa oyunuzu hangi partiye verirseniz?”

İkinci soru: “Bugün bir genel seçim olsa sizce hangi parti birinci olur?”

İlk soruya verilen cevaplara göre; Cumhuriyet Halk Partisi %31,3 ile birinci parti pozisyonunda, Adalet ve Kalkınma Partisi %30,8 ile ikinci parti durumundadır.

Belli ki halk, iktidarın uygulamalarından pek de memnun değildir. Bu memnuniyetsizliğini de ana muhalefet partisine oy vererek somutlaştırmaktadır. Ekonomik krizin pençesinde yaşam mücadelesi veren halk, iktidarı cezalandırmak istemektedir. Peki iktidardan memnuniyetsizlik, beraberinde iktidarın değişeceğine dair umudu da getiriyor mu? Bu sorunun cevabı, ikinci soruya verilen cevaplarda kendini göstermektedir.

İkinci soruya verilen cevaplara göre; Ak Parti %43,5 ile birinci, CHP ise %39 ile ikinci parti konumundadır.

Bu iki sorunun sonuçları arasındaki bariz farklılık, bireysel tercihler ile toplumsal beklenti arasında dikkat çekici bir ayrımı gösteriyor. CHP’nin oy tercihlerinde birinci sırada yer alması, vatandaşların mühim bir kısmının mevcut duruma alternatif arayışında olduğunu gözler önüne seriyor. Ancak AK Parti’nin seçim kazanma algısında belirgin bir üstünlük sağlaması, toplumda mevcut iktidarın değişmeyeceği inancının hâkim olduğuna işaret ediyor.

Muhalefet partilerinin, bilhassa CHP’nin, halktaki değişim talebini tam olarak karşılayamadığı da anketin göstergelerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. CHP’nin oy oranlarında birinci parti olmasına rağmen seçim kazanma algısında AK Parti’nin gerisinde kalması, muhalefetin toplumdaki değişim talebini güvene dönüştürme hususunda ciddi sorunlar yaşadığını gösteriyor. Bu sorunları sıralamak gerekirse; muhalefetin seçim kazanmaya yönelik güçlü bir irade ortaya koyamaması, halkın somut sorunlarına sahih stratejiler geliştirememesi, seçmenlere yeterince güven vermemesi ya da mevcut iktidarın oluşturmaya çalıştığı yapay gündemleri etkisiz kılacak bir politik zemin oluşturamaması sayılabilir.

Anket sonuçları değerlendirildiğinde, toplumda değişim umudunun varlığı ancak bu umudun kırılgan bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu kırılganlığın temel sebebi ise muhalefetin siyaset yapma biçimidir. Halkın umudunu güvene dönüştüremeyen, yeni yollar açamayan, iktidarın belirlediği oyun sahasına gönüllü olarak girmeye çalışan bir muhalefet politik umudun önündeki en büyük engellerden birisi olarak karşımızda duruyor. Asgari ücret, ekonominin durumu, adil yönetime dair problemler Türk milletinin ana sorunlarını oluşturuyor. Bu sorunlarının çözümü ise toplumun gündeminin ilk sırasında yer alıyor. Fakat siyasi aktörler, bilhassa muhalefet, Türk milletinin gündeminden uzakta duruyor. İktidarın kurduğu sanal oyunun figüranı olmaktan kurtulamıyor. Bu da mevcut sorunların çözümüne dair herhangi bir aktif politika üretmenin önünde en büyük engellerden birisi olarak görünüyor. Bu bakımdan muhalefetin toplumdaki umudu güçlendirmek için daha net, güven verici ve kapsamlı bir strateji benimsemesi gereklidir. Özellikle toplumsal kutuplaşmayı azaltacak, “somut olan”a odaklanacak, ekonomik sorunlara dair güçlü çözümler sunacak politikaları geliştirmek muhalefetin temel görevidir.

Yaşadığımız çağ, pek çok açıdan umutsuzluk çağı olarak tanımlanabilir. Siyasi gerçeklikler umut için pek az neden sunuyor. Yaşanan savaşlar, tırmanan kutuplaşmalar, artan gelir adaletsizliği ve demokratik gerilemeler asgari düzeyde uzlaşma için bile ortak zemin bırakmıyor. Karmaşa, kargaşa ve kaos daha iyi bir geleceği hayal etmeyi zorlaştırıyor. Fakat Türk milleti, tüm mevcut sorunları aşacak bir umudu bünyesinde barındırıyor. Değişimi, yenilenmeyi, refahı ve daha iyi bir geleceği talep ediyor. Bu talebin muhatabı olan muhalefete burada büyük bir iş düşüyor. Muhalefetin sanal rüyaların, sahte fetihlerin, suni barışların figüranı değil, toplumun somut problemlerine odaklanan politikaların öznesi olması gerekiyor.

Türk siyasetinde iki türden umudun mücadelesi kendini gösteriyor. Birincisi, gerçeklerden uzaklaşarak sahte zafer ve fetih rüyasının ipine sarılan umut… Bu, yanlış umuttur. Suriye politikasında somutlaşan bu umut, gerçeklerden kaçışın en kestirme yolu olarak belirmektedir. Bu umut, Pandora’nın kutusundaki umudun en yeni versiyonudur. Gerçek problemlerden kaçışın konforunu taşımaktadır. Diğer umut ise gerçeklerle yüzleşme cesareti gösteren, mevcut sorunların aşılması için aktif çözüm yolları arayan, eylemi ve değişimi önceleyen politik bir erdem olarak umut… Bu da doğru umuttur. Türk milleti, siyasetçilere gerçeklerle yüzleşmeyi öneriyor. Tüm zafer naralarına, fetih söylemlerine rağmen somut problemlere odaklanmakta ısrar ediyor. Mevcut koşulların ötesine, daha iyi bir geleceğe bakıyor. Gerçekçi politikaların imkânını arıyor. Bu arayışta muhalefetin de kendisine eşlik etmesini bekliyor.

Son olarak, “umut hakkı” meselesi son günlerde kamuoyunun gündemini meşgul ediyor. Sınırları belli olmayan, içeriği muğlak, muhatapları tekinsiz bir sürecin sonuçlarından birisinin de “umut hakkı” olduğu belirtiliyor. Burada, yazar Murat Menteş’in ifadelerini dikkatlice, tekrar ve tekrar okumak gerekiyor:

“Türkçe’de ‘umut’ kelimesi olumsuz bir bağlamda kullanılmaz. “Kalbi umutla dolu bir katil” ya da “umut veren bir hırsız” diyemeyiz mesela. Türkçe, umudun ancak meşruiyet zemininde yeşereceğini; gerçek umutsuzların, gayrimeşru yollara sapanlar olduğunu söylüyor bize.”

Peki “umut hakkı” kimin içindir? Katiller, caniler, sapkınlar için olmadığı muhakkak değil mi?

Dipnotlar

[1] Hesiodos, Theogonia & İşler ve Günler, Çev. Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, s. 52.

[2] Ernst Bloch, Umut İlkesi I, Çev. Tanıl Bora, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s. 538.

[3] Albinoni, Adagio in G minör, [ youtube.com/watch?v=t4DNY4bgtXM ]

[4] Toplum Çalışmaları Enstitüsü, Türkiye Siyasi Gündem Araştırması, 2 Ocak 2025, Erişim Linki: https://www.toplum.org.tr/wp-content/uploads/2025/01/Turkiye-Siyasi-Gundem-Arastirmasi-2-Ocak-2025.pdf