Bakkal hesabı ile başlayan ve politikayla devam eden öznesi yaşlılar olan bir yazı okuyacaksınız. Esasen Türkiye’de nüfusumuzun “gençliği” ile sık sık övünen ve karar alıcı pozisyonlara sıkı sıkıya sarılan yaşlılarımızın öznesi olmadığı bir konumuz bulunmuyor epeydir.
Mahallede minik bir bakkalınız olduğunu düşününüz. Bakkalı birisine emanet etmeniz lazım çünkü bir süre buralarda olmayacaksınız. Düşünüyorsunuz, bakkalı çekip çevirsin diye başına koyabileceğiniz ailenizden üç kişi aklınıza geliyor. Birisi 30’lu yaşlarda kardeşiniz, birisi 56 yaşında babanız, birisi de 74 yaşında dedeniz. Hepsine maddi manevi güveniniz sonsuz… Bakkalı emanet etseniz, bir sorun olmaz. Ama 10 saniyelik bir düşünme sonucunda, 74 yaşındaki dedeniz opsiyon olmaktan çıkıyor. Dedeyi bıraksam, yanına bir de ona bakacak birisini bırakmam lazım diyorsunuz çünkü. Neticede seçenek olarak kardeşiniz ve babanız kalıyor. Neyse, o süreci atlattınız, dede dışında birileri sizin için bakkala emaneten baktı. Siz döndüğünüzde de hesapları, girdileri, çıktıları, hepsini önünüze koyup ne yaptıklarını size anlattılar ve emaneti teslim ettiler.
Zaman geçtikçe bakkalınız büyüdü ve artık yerel bir market haline geldi. Manav ve kasap reyonları ayrı olan, cafcaflı raflarını personelin düzenlediği bir yer haline geldi. Artık malları koliyle değil, paletlerle alıyorsunuz. Marketin mal kabul kapısı bile var. Maşallah, iyi büyüdü bakkal. Yine bir seyahat planınız var ve bir süre marketin yönetimini birisine bırakmanız lazım. Dedeniz zaten opsiyon olmaktan çıkmıştı, kardeşiniz ve babanız yine seçenek… Bu sefer işler biraz daha büyük, tedarik edilen ürünler daha fazla, satılan ürün kalemleri de artmış. Haliyle tek bir lokasyonda hizmet veriyorsunuz. O kadar da zor olmayacaktır. Babanız da bakabilir, kardeşiniz de bakabilir markete diye düşünüyorsunuz ama kardeşinizin o vakitte önceden planlanmış işleri var ve maalesef yardıma gelemeyecek. Neticede babanız markete emaneten baktı. Siz döndüğünüzde de hesapları, girdileri, çıktıları, hepsini önünüze koyup yapılanları size anlattı ve emaneti teslim etti. Yalnız, şikâyet etmese de babanızın marketi işletirken biraz yorulduğunu fark ettiniz. Not ettiniz bunu.
Aradan biraz vakit geçtikçe yeni şubeler açtınız. Artık bir şehirde 6 şubesi olan bir yerel süpermarket zincirinin sahibisiniz. Tedarikçilerle vadeli sözleşmeleriniz var, ürünleri stokladığınız fiziksel bir merkezi deponuz var. Marketin her şubesinin kendi müdürü var. Süper, her şey çok iyi gidiyor. Ama artık siz marketin içindeki yönetimle uğraşamıyorsunuz. 6 şubeye gidip denetleyip müdürlerden gelen raporlara göre kararlar alıyorsunuz. Hizmet kalitesini ve müşteri memnuniyetini devam ettirebilmek için sürekli yenilikler yapmanız gerekiyor. Bunun yanında sürekli hareket halindesiniz ve bu durum bir hayli yorucu. Yine bir seyahat planınız oluştu ve 6 şubeden oluşan süpermarket zincirinizi yönetecek birisi lazım. Dede zaten mahalle bakkalından beri seçenek değil. Babanız olabilir, ama o da tek şubeye emaneten bakarken bile yorulmuştu. Ona sıkıntı vermeye gerek yok. Kardeşiniz tek seçenek… Zaten bu kadar dinamik ve yorucu işi ancak o kaldırabilir. Sonuçta yerelde büyümüş bir market zinciri ve altı üstü 6 şube, kardeşiniz hem personeli yönetebilir hem tedarikçileri idare edebilir hem de müşteriyi memnun edebilir. Zaten şubelerin başında çalışkan ve güvenilir müdürleri de var. Seyahate gidip geldiğinizde önceden olduğu gibi hesaplar size nizami şekilde teslim edildi ve kardeşinizle hasbihale girdiniz. Neticede kardeşinizden aldığınız geri bildirimle, dışarıdan bir gözle bakıldığında işlerin gayet iyi gittiğini artık dışarı açılmak zamanı geldiğini fark ettiniz.
Bulunduğunuz şehrin dışında birkaç şehirde daha şube açarak artık yerel bir süper market zinciri olmaktan çıkıp ulusal bir marka haline gelmeye niyetlenip pazar araştırmasına başladınız. Araştırmalar tamam, lokasyonlar belli, tedarikçiler hazır, her şubede çalıştırmayı düşündüğümüz müdür adayları hazır. Ama bir şey eksik. Bütün bu işleri yönetecek aklıselim, yetenekli, cengâver bir genel müdür… Ne oldu, bir anda genel müdür ihtiyacı hissettiniz değil mi? Neticede biz mahalle bakkalı yönetiyorduk, bu işleri büyütürken de kendimizi geliştirme fırsatımız olmadı. Yani maddi olarak bu bizim altında kalkacağımız bir şey olsa da organizasyon olarak bu kardeşimizin de babamızın da dedemizin de emaneten alıp bakacağı bir yapı değil. Hele ki daha da büyüyüp borsaya açıldığımızı falan düşünelim. Mümkün değil. Bu işleri büyüteceksek rasyonel olmalı ve profesyonel, liyakate dayalı bir sistem kurmalıyız. Artık nepotist (aile ve yakınları kayıran) ve gerontokrat (yaşlıların yönetimini uygun gören) bir anlayıştan uzaklaşmakla bu şirketin büyüyüp başarıya ulaşacağı aşikâr.
Grafik: Meclisteki Yaş ortalaması:
Grafik: Parti Genel Başkanları ve Siyasi Figürlerin Yaşları
Grafik: TÜİK 2024 Nüfus Piramidi
(Kaynak:https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Adrese-Dayali-Nufus-Kayit-Sistemi-Sonuclari-2024-53783 )
Grafik: TÜİK 2024 Nüfusun Yaşa Göre Dağılımı
Buradan yapmamız gereken çıkarım nüfusun yaklaşık %81’i 55 yaş altında… Yoğun genç nüfusu olan ülkemizde 0-45 yaş arası nüfus yaklaşık %68 iken meclis yaş ortalaması Mart 2025 itibari ile 52,5. Parti genel başkanları ve bazı siyasi figürlerin yaşları yukarıdaki tabloda gördüğünüz gibi meclis yaş ortalamasının gayet üzerinde.
Siyaset, toplumların geleceğini şekillendiren en önemli alanlardan birisidir. Ancak, günümüzde siyaset sahnesine bakıldığında, karar alıcı konumda olan kişilerin büyük çoğunluğunun oldukça ileri yaşlarda olduğu göze çarpmaktadır. Bu durum, siyaset ile toplumun dinamizmi arasındaki uyumu sorgulamamıza neden olmaktadır.
Tarih boyunca yaşlılar bilgelik ve tecrübenin temsilcisi olarak görülmüş ve bilgiyi koruma ve aktarma görevi çoğunlukla yaşlılara düşmüştür. “Senato” kelimesinin bile Latince’de “yaşlılar heyeti” anlamına gelen ‘senex’ kökünden türemesi, bu algının köklü geçmişine işaret eder. Ancak bilgiye erişimin zor olduğu, okuma yazma oranının düşük olduğu dönemlerde yaşlıların hafızası değerliydi ve toplumların hafızası yaşlı bireylerin tecrübeleriyle korunuyordu. Ancak sanayi devrimi ve özellikle bilgi çağının başlamasıyla birlikte bilgiye erişim biçimleri değişti. Bugün bilgi, anlık olarak milyonlara ulaşabiliyor. Dolayısıyla, tecrübeye duyulan ihtiyaç artık eskisi kadar büyük değil. Artık hafızaya değil, analiz yeteneğine, esnek düşünmeye ve yenilikçiliğe ihtiyaç duyuluyor. Yaşlılık, deneyim anlamına gelse de deneyim sadece yıllarla değil, değişen dünyaya uyum sağlama kabiliyetiyle de ölçülmelidir. Peyami Safa’nın dediği gibi, “Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.”
Günümüzde, özellikle 65 yaş üzerindeki siyasetçilerin toplumsal değişimlere ayak uydurma ve yenilikçi çözümler üretme kapasitesi sorgulanmalıdır. Tapuda yahut noterde bir işlem yapmak için dahi sağlık raporu almaları gereken bireyler, nasıl olur da bir ülkenin en kritik kararlarını alabilecek konumda olabilirler? Değişen dünya düzeninde, yaşlı siyasetçilerin yeniliklere uyum sağlama ihtimali oldukça düşükken toplumun büyük bir kesimi onların düşünce yapısına mahkûm ediliyor. Teknolojik gelişmeler ve küresel değişimler ışığında, 50 yaş üzerindeki bireylerin bile dünyayı yeni perspektiflerle algılaması zorlaşırken çok daha yaşlı liderlerin değişime ayak uydurmasını beklemek gerçekçi mi? Çağın hızına yetişemeyen, teknolojiye ve yeni fikirlere direnç gösteren, toplumsal gelişmeleri tehdit olarak gören kişiler, toplumun ilerleyişini yavaşlatmaktadır. Gerontokratik yapı, gençlerin siyaset sahnesine girişini engelleyerek yeni neslin yönetimde söz sahibi olmasını zorlaştırmaktadır. Belki de seçme ve seçilme hakkına alt yaş sınırı koyduğumuz gibi bir üst yaş sınırı da koymak gereklidir.
Ayrıca, yaşın ilerlemesiyle birlikte bireylerin fikir değiştirme ve açık görüşlü olma ihtimali azalmaktadır. Bu nedenle, siyaset sahnesinde uzun yıllar boyunca aynı düşünce yapısına sahip bireylerin kalması, toplumda durağanlığa ve değişime kapalı bir yönetim anlayışına yol açmaktadır. 86 yaşındaki bir bireyin oy kullanma hakkına sahip olması, demokratik bir hak olarak değerlendirilebilir ancak onun çağın dinamiklerini kavrama ve doğru karar verme becerisinin ne kadar sağlıklı olduğu tartışmaya açıktır. Gençlere güvenmeme eğilimindeyiz, fakat yaşlıların yönetme becerisine neden sorgusuz sualsiz güveniyoruz?
Bugünün siyaset sahnesinde, ileri yaştaki birçok siyasetçinin gündelik hayatta dahi değişime direndiğini gözlemleyebiliriz. Teknolojik gelişmeleri küçümseyen, bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, toplumu dar kalıplara sıkıştıran bir anlayışla yönetim yapısı devam ettirilmektedir. Bir siyasetçinin 70 yaşına geldiğinde hâlâ makam peşinde olması, genç nesillerin önünü tıkamakla eşdeğerdir. Gençlere alan açmak yerine, onların umudunu, enerjisini ve vizyonunu körelten bir yapı, toplumsal gelişimin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır.
Elbette istisnalar vardır. Kendisini güncelleyen, gençlerin kaygılarını anlayan, değişime açık yaşlı siyasetçileri ayrı tutmak gerekir. Ancak Türkiye’de siyasi kariyerlerin genellikle yaş sınırı olmadan sürdüğünü ve liderlerin, bayrağı genç kuşaklara devretme kültüründen uzak olduklarını görüyoruz. İsmet İnönü’den Süleyman Demirel’e, Bülent Ecevit’ten Necmettin Erbakan’a kadar pek çok lider, siyaseti kendi rızasıyla terk etmemiştir. Bu durum, siyaset kültürümüzün kronik bir sorunu haline gelmiştir.
Sonuç olarak, çağın gerektirdiği yenilikçi yönetim anlayışına kavuşabilmek için siyasette nesil değişimini teşvik etmek zorundayız. Toplumun dinamizmini ve geleceğini yaşlı politikacıların ellerine bırakmak, ilerlemenin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Siyasetin gençleşmesi, yalnızca bireysel değişimlerle değil, sistemsel dönüşümlerle sağlanmalıdır. Bu nedenle, belirli bir yaşın üzerindeki bireylerin aktif siyasetten çekilmeleri gerektiğini düşünmek, genç nesillerin geleceği için önemli bir adımdır. Yaşlı bireylerin siyasetten çekilmesi gerekliliğini anlattık, yalnız sahip oldukları bilgi, deneyim ve tecrübe, tabii ki toplumun farklı alanlarında büyük bir değer taşımaktadır. Ancak siyaset, dinamizm, yenilikçi bakış açısı ve hızlı karar alma süreçleri gerektirdiğinden, genç nesillerin siyasette daha fazla söz sahibi olması önemlidir. Yaşlı bireyler, deneyimlerini sivil toplum kuruluşları, akademi, vakıflar ve danışmanlık mekanizmaları aracılığıyla topluma aktararak önemli katkılar sağlayabilirler. Böylece hem gençler siyasi arenada daha fazla sorumluluk üstlenerek geleceği şekillendirme imkânı bulur hem de yaşlı bireyler tecrübelerini rehberlik ve eğitim yoluyla topluma sunmaya devam ederler. Bu denge, toplumun hem geçmişten ders almasını hem de geleceğe daha yenilikçi ve dinamik adımlarla ilerlemesini sağlayacaktır.