Kimlik, Temsiliyet ve Bütünleşme Dinamikleri Bir Siyasî Öneri Üzerine Analiz

Kimlik, Temsiliyet ve Bütünleşme Dinamikleri: Bir Siyasî Öneri Üzerine Analiz

Bir partinin genel başkanının, "Cumhurbaşkanı'nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun" şeklindeki önerisi, Türkiye'de kimlik, temsil ve bütünleşme dinamiklerini etkileyen bir tartışma başlatmıştır.
Getting your Trinity player ready...

Bir partinin genel başkanının, “Cumhurbaşkanı’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” şeklindeki önerisi, Türkiye’de kimlik, temsil ve bütünleşme dinamiklerini etkileyen bir tartışma başlatmıştır. Yapılan öneri, ülkenin millî devlet, millet ve millî kimlik dinamikleri açısından kritik tartışmaları beraberinde getirmektedir. Etnik ve dinî farklılıkların devlet yapısı içinde kurumsallaşması için atılmış potansiyel bir adım olarak değerlendirilebilecek bu önerinin, çok boyutlu sonuçlarının analizi, gelecekte ortaya çıkabilecek olumsuz etkilerin önlenmesi adına büyük önem taşımaktadır. Bu öneri aynı zamanda, sosyal psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından derinlemesine analiz edilmeyi gerektiren, kimlik politikaları ve toplumsal bütünleşme ekseninde birçok yoruma açık bir söylemdir.

Millî birliğin ve ortak kimliğin pekiştirilmesinin hedeflendiği bir siyasî ortamda, etnik ve dinî aidiyetlere dayalı temsilin vurgulanması, ayrıştırıcı bir etki yaratma riski taşır. Bu tür bir kurumsallaşma, bireylerin ortak millî kimlik yerine alt kimlikler üzerinden tanımlanmasına yol açarak toplumsal bütünleşmeyi zayıflatabilir. Millî kimlik, ortak değerler, tarih ve hedefler üzerine inşa edilirken, etnik ve dinî bazda yapılanmaların teşvik edilmesi, bu bütünleştirici unsurları aşındırabilir. Bu tür önerilerin, millî kimliğin güçlendirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin sağlanması perspektifinden detaylı bir şekilde değerlendirilmesi ve olası olumsuz etkilere karşı önlemler alınması gereklidir.

Bu öneri, siyasî temsilin liyakat ve evrensel değerler yerine kimlik gruplarına indirgenmesi tehlikesini içerir. Modern devlet anlayışında, bireylerin yetenek ve yeterlilikleri ön planda olmalıdır. Etnik veya dinî kökenin bir makama atanma kriteri olarak sunulması, meritokrasi ilkesine aykırıdır. Bu durum, toplumda ayrımcılık algısını güçlendirebilir ve farklı etnik/dinî gruplar arasında yeni gerilimlere zemin hazırlayacaktır. Bu yaklaşım, farklı kimlik grupları arasında kota sistemlerine benzer bir algı oluşturarak, siyasetin kimlik bazlı rekabete dönüşmesine neden olur. Bu durum, siyasî tartışmaların ve politikaların millî çıkarlar yerine dar grup çıkarları etrafında şekillenmesine yol açabilir. Gelecekte benzer taleplerin diğer etnik veya dinî gruplardan gelmesiyle, devlet yönetiminde istikrarsızlık ve parçalanmışlık riski artabilir. Bu bağlamda, bu öneri, Türkiye’nin millî birliğini, toplumsal uyumunu ve siyasî istikrarını tehdit edebilecek potansiyel sonuçlar barındırır.

Millî birliğin ve ortak kimliğin pekiştirilmesinin hedeflendiği bir siyasî ortamda, etnik ve dinî aidiyetlere dayalı temsiliyetin vurgulanması, ayrıştırıcı bir etki yaratma riski taşımaktadır. Bu tür bir kurumsallaşma, bireylerin ortak millî kimlik yerine alt kimlikler üzerinden tanımlanmasına yol açarak toplumsal bütünleşmeyi zayıflatabilecektir. Millî kimlik, ortak değerler, tarih ve geleceğe yönelik ortak hedefler üzerine inşa edilirken, etnik ve dinî bazda yapılanmaların teşvik edilmesi, bu bütünleyici unsurları aşındırabilir.

Bu yaklaşım, farklı kimlik grupları arasında kota sistemlerine benzer bir algı yaratarak, siyasetin kimlik bazlı rekabete dönüşmesine neden olacaktır. Bu durum, siyasî tartışmaların ve politikaların millî çıkarlar yerine dar grup çıkarları etrafında şekillenmesine yol açacaktır. Gelecekte benzer taleplerin diğer etnik veya dinî gruplardan gelmesiyle, devlet yönetiminde istikrarsızlık ve parçalanmışlık riski artabilir. Bu bağlamda, bu öneri, Türkiye’nin millî birliğini, toplumsal uyumunu ve siyasî istikrarını tehdit edebilecek potansiyel sonuçları barındırmaktadır.

Etnik ve Dinî Kimliklerin Temsiliyetini Çok Yönlü Tartışmak

Sosyal psikoloji açısından bu öneri, iç grup ve dış grup dinamikleri ile kimlik politikaları bağlamında değerlendirilebilir. Milliyetçilik, genellikle bir milleti ortak bir iç grup olarak tanımlar. Türkiye’de, Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olan Kürtler ve Aleviler gibi farklı etnik veya dinî gruplar, vatandaşlık açısından millî bütünlüğün dışında veya ayrı birer alt grup olarak görülmez. Millet altı yapılar içinde oluşan iç grup-dış grup ayrımları çerçevesinde yeniden konumlandırılabilirler. Ancak bu öneri, bu grupları “farklı” veya “özel” kategoriler olarak ayrı ayrı isimlendirerek, millî kimlik çatısı altındaki homojenleştirici etkiyi zayıflatma potansiyeline sahiptir. Başka bir deyişle, kapsayıcı bir millî kimlik yerine, kimlikleri etnik veya dinî temelde ayrıştırmayı pekiştirebilir. Temsil ve aidiyet açısından, bu öneri, söz konusu grupların devletin en üst kademesinde temsil edilmesini sağlayarak aidiyet duygularını güçlendirme amacı taşıyabilir. Ayrıca, sosyal psikolojik olarak bireyler, kendi gruplarının siyasî süreçlerde ve karar alma mekanizmalarında yer aldığını gördüklerinde, sisteme olan güvenleri ve bağlılıklarının artacağı da iddia edilebilir. Ancak bu temsiliyetin “kotalı” bir yaklaşımla sunulması, “farklılık” vurgusunu keskinleştirip “bir ve bütün” olma hissine zarar verme riski taşır. Önerinin temsil ilkesi açısından geçerliliği, halihazırda cumhurbaşkanı yardımcısının Kürt kökenli olabileceği düşünüldüğünde sorgulanabilir, çünkü ülke içindeki tüm vatandaşlar eşittir ve liyakatleri ölçüsünde devletin bütün kademelerinde görev alabilir.

Sosyolojik olarak bu öneri, çokkültürlülük ve toplumsal bütünleşme tartışmalarıyla yakından ilişkilidir. Türkiye, tarihi ve demografik yapısı itibarıyla farklı etnik ve dinî grupları barındıran çokkültürlü bir toplumdur ama çok-kültürcü bir siyasî sisteme sahip değildir. Öneri, devletin bu çokkültürlü yapıyı resmen tanıdığı ve bu grupları siyasî yapıya entegre etme çabası olarak yorumlanabilir. Ancak, sosyolojik olarak önemli olan, bu türden bir temsilin sembolik mi yoksa gerçek anlamda bir güç paylaşımı mı olduğudur. Sembolik temsiller, toplumsal gerilimleri azaltmada yetersiz kalabilir. Söz konusu temsillerin siyasî bir varlık olarak tanınması, uzlaşmadan ziyade ayrılık ve çatışma dinamiklerini harekete geçirme potansiyeli taşır.

Toplumsal Bütünleşme ve Millî Kimlik

Toplumsal bütünleşme açısından, millî kimliğin “bütün toplumsal farklılıkların üzerinde kapsayıcı bir kimlik” olduğu kabul edilirse, bu bağlamda öneri, farklı kimlikleri vurgulayarak bütünleşmeyi zedeleyebilir. Tam tersi bir iddia, dışlanmış grupların siyasete dahil edilmesiyle bütünleşmenin pekiştirilebileceği yönünde olabilir, ancak bu iddia mevcut siyasî pratiklerle uyuşmaz. Burada sorun, ‘dışlanmış grupların’ temsilini sağlayacak kişinin nasıl seçileceği ve bu durumun farklılıkların kurumsal temsilini gerektirip gerektirmediğidir. Eğer bu türden bir temsil, genel millî kimliğin bir parçası olarak görülmezse, ayrışmayı teşvik eder. Ancak burada sorun, ‘dışlanmış grupların’ temsilini sağlayacak kişinin nasıl seçileceği üzerinde odaklanır. Bu da farklılıkların kurumsal temsilini gerektirir. Eğer bu türden bir temsil, genel millî kimliğin bir parçası olarak görülmezse, ayrışmayı teşvik edecektir. Farklılıkların kurumsallaşmasını savunanlara göre farklı grupların kendilerini sistemde temsil edilmiş hissetmeleri, millî birliği güçlendiren bir etken de olabilir. Farklılıkların kurumsallaşmasının somut ayrıştırıcı potansiyeli, sadece “hislerle” telafi edilemez.

Politik açıdan öneri, güç paylaşımı, siyasî meşruiyet ve seçim stratejileri perspektifinden de incelenebilir. Çokkültürcülüğü savunan gruplara göre, politik sistemde farklı gruplara yer açılması, demokratik temsilin güçlenmesi anlamına gelir. Cumhurbaşkanı yardımcılığı gibi önemli pozisyonların belirli etnik veya dinî gruplara tahsis edilmesi, bu grupların devlet aygıtında söz sahibi olmalarını sağlayabilir ve politikaların şekillenmesinde etkili olmalarına olanak tanır. Özellikle marjinalize edilmiş hissedebilecek grupların devlete olan güvenini artırabilir ve siyasî meşruiyeti pekiştirebilir. Ancak Lübnan ve Yugoslavya gibi örnekler, millî kimliğin tasfiye edildiği ve alt yapıların kurumsallaştığı durumlarda, devlet ve toplumun etnik ve dinî bölümlere ayrıldığını, bunun da çatışma ve bölünmeyle sonuçlandığını göstermektedir.

Bu öneri, aynı zamanda bir seçim stratejisi olarak da görülebilir. Kürt ve Alevi seçmenlerin oylarını çekme, ittifakları güçlendirme veya toplumsal huzursuzlukları giderme amacı taşıyabilir. Ancak bu tür bir önerinin samimiyeti ve uzun vadeli etkileri, siyasî aktörlerin niyetine ve uygulamanın biçimine bağlıdır. Politikacıların bu türden açıklamaları, genellikle hem ideolojik duruşlarını yansıtır hem de mevcut siyasî konjonktürde elde etmek istedikleri avantajları içerir. Milliyetçiliğin “bütün toplumsal farklılıkların üzerinde kapsayıcı bir kimlik” tanımıyla çelişse de, Avrupa’da bazı liberal milliyetçi yaklaşımlar, ulus-devletin birliğini sağlamak adına azınlık gruplarının sisteme entegrasyonunu önemser. Burada önemli olan, bu entegrasyonun “asimile edici” mi yoksa “üzerinde uzlaşılan değerler ekseninde” mi yapıldığıdır. Kısacası, öneri, potansiyel bir kapsayıcılık ve aidiyet yaratma iddiasını taşırken, kimlikler üzerinden siyaset yapma riskini de barındırır. Bu öneri, millî kimliğin ve millî vatandaşlık kurumunun ne kadar “kapsayıcı” olduğu ve farklılıkları nasıl ele aldığı üzerine önemli bir tartışma başlatmıştır. Fakat bu türden bir yaklaşım, yanlış algılandığında veya kötüye kullanıldığında, toplumsal barışı ve birliği güçlendirmekten ziyade, ayrışmaları derinleştirebilir.

Temsiliyet Önerisinin Farklı Gruplar Nezdindeki Yansımaları

Açıklamanın bölücü gruplar tarafından nasıl değerlendirileceği karmaşık bir konudur. Bu grupların kendi ideolojileri, hedefleri ve mevcut siyasî konjonktüre bakış açıları, bu açıklamaya verdikleri tepkiyi belirler. Etnik temelli bölücü gruplar, bu tür bir öneriyi genellikle yetersiz ve samimiyetsiz bulur. Onlara göre, Kürt kimliğinin yalnızca bir cumhurbaşkanı yardımcılığı pozisyonuyla temsil edilmesi, Kürt halkının tarihi, kültürel ve siyasî taleplerini karşılamaktan uzaktır. Bu tür bir adımın, gerçek anlamda bir hak ve özerklik tanınması yerine, sembolik bir “havuç” veya uluslararası kamuoyuna yönelik bir “demokrasi makyajı” olduğunu düşünürler. “Kürt sorunu”nun sadece siyasî temsille değil, aynı zamanda anayasal haklar, ana dilde eğitim, yerel yönetimlerde özerklik gibi daha geniş boyutlarda ele alınması gerektiğini savunurlar.

Ayrılıkçı ideolojilere sahip gruplar, bu açıklamayı devletin üniter yapısını pekiştirme ve bölücülüğü önleme amacıyla atılmış bir adım olarak da yorumlayabilirler. Kürt ve Alevi kimliklerini devletin üst kademesinde temsil ederek, bu grupların devlete olan bağlılığını artırma ve ayrılıkçı eğilimleri zayıflatma amacı güdüldüğünü düşünebilirler. Bu açıdan bakıldığında, öneri “ayrışmayı önlemeye yönelik bir entegrasyon çabası” olarak görülür ve bölücü gruplar tarafından kendi hedeflerine ters düşen bir gelişme olarak değerlendirilir. Bu sözü sarf eden kişinin milliyetçi kimliği, bu önerinin “surda açılmış bir gedik” olarak algılanmasına neden olabilir. Bazı bölücü gruplar, bu tür bir öneriyi, farklılıkları yönetme ve toplumsal fay hatlarını kendi lehlerine kullanma stratejisinin bir parçası olarak görebilirler. Devletin, farklı kimlik gruplarını kendi içinde bölerek veya belirli grupları “ödüllendirerek” toplumsal muhalefeti zayıflatmaya çalıştığını iddia edebilirler. “Kürtler ve Aleviler arasında bile olsa, belirli kişilere makam verilerek geniş kitlelerin talepleri göz ardı ediliyor” eleştirisini getirebilirler.

Bölücü gruplar, özellikle terör eyleminde bulunanlar, şiddet kullananlar, kendilerini ilgili grubun tek ve meşru temsilcisi olarak görürler. Bu nedenle, devletin doğrudan atama veya görevlendirme yoluyla bir “Kürt” veya “Alevi” temsilci atamasını, kendi meşruiyetlerine bir darbe olarak algılayabilirler. Bu temsilcinin, kendi tabanları nezdinde yeterli destek ve güvene sahip olmadığını, dolayısıyla “devletin seçtiği” bir figür olduğunu iddia edebilirler.

Alevi grupları içerisindeki bölücü veya radikal unsurlar, genellikle etnik temelli ayrılıkçılardan farklı bir motivasyona sahiptir. Onların talepleri daha çok inanç özgürlüğü, eşit vatandaşlık, cemevlerinin statüsü ve ayrımcılığın sona ermesi üzerine yoğunlaşır. Söz konusu açıklama, samimi bir adım olarak görülmezse, “Alevileri sisteme entegre etme çabası” veya “gerçek sorunları öteleme” olarak değerlendirilebilir. Ancak bazı Alevi kesimler için bu, Aleviliğin devlet katında resmi olarak tanınması ve eşit temsilin sağlanması adına olumlu bir başlangıç olarak da görülebilir. Bölücü olarak tanımlanan Alevi gruplar, genellikle devletin laiklik ilkesini yeterince uygulamadığını ve Sünni İslam’ı kayırdığını iddia ederler. Bu bağlamda, bu öneri, Alevilerin kamusal alanda daha görünür olması açısından değerlendirilebilir. Bölücü gruplar bu açıklamayı genellikle kendi ideolojik çerçevelerinden, yetersiz, samimiyetsiz veya kendi hedeflerine ters düşen bir entegrasyon çabası olarak değerlendirme eğilimindedir. Bu tür sembolik adımların, köklü yapısal sorunları çözmekten ziyade, “sorunu yönetme” veya “dışarıya karşı iyi niyet gösterme” amaçlı olduğunu düşünebilirler.

Önerinin Toplumsal ve Kültürel Sonuçları: Fırsatlar ve Riskler

Önerinin hayata geçirilmesi, Türkiye’nin siyasî, toplumsal ve kültürel yapısı üzerinde çeşitli ve çok yönlü sonuçlar doğurur. Olumlu toplumsal ve kültürel sonuçlar doğurabileceğini savunan görüşler, özellikle temsil ve aidiyet duygusunun güçlenmesi açısından konuya yaklaşır. Bu görüşe göre, öneri, uzun yıllar boyunca kamusal alanda yeterince temsil edilmediklerini düşünen Kürt ve Alevi vatandaşlar için önemli bir adım olabilir. Devletin en üst kademesinde kendi kimliklerinden birinin yer alması, bu grupların devlete olan aidiyet duygularını artırabilir ve kendilerini daha çok “bu ülkenin bir parçası” olarak hissetmelerini sağlayabilir. Bu durum, özellikle dışlanmışlık hissi yaşayan kesimlerde toplumsal barışa katkı sağlayabilir. Ayrıca, Türkiye’nin çokkültürlü yapısının siyasî elitler tarafından bu şekilde resmiyet kazanması, ülkenin kültürel çeşitliliğine yönelik farkındalığı ve saygıyı artırabilir. Kürt ve Alevi kimliklerinin devlet katında temsil edilmesi, bu kimliklerin kamusal alandaki görünürlüğünü yükseltir ve toplumun genelinde bu gruplara yönelik önyargıları azaltma potansiyeli taşır. Toplumdaki kutuplaşmanın azaltılmasına yönelik sembolik de olsa önemli bir adım olabilir. Farklı kimliklerin bir arada temsil edilmesi, diyalog ve uzlaşma zeminini güçlendirebilir. Bu sayede, “öteki” olarak algılanan gruplarla ilgili yanlış anlamalar ve düşmanlıklar azalabilir.

Olumsuz toplumsal ve kültürel sonuçlar üzerinde duranlar ise realist bir yaklaşım sergiler. Bu yaklaşıma göre, kimliklerin etiketlenmesi ve ayrışmanın derinleşmesi söz konusudur. Öneri, millî kimliği kapsayıcı bir üst kimlik olarak tanımlayan milliyetçilik anlayışıyla çelişir. Bu türden bir “kotalı temsil”, Kürt ve Alevi kimliklerini diğer toplumsal kesimlerden ayrı birer kategori olarak sabitleyebilir. Bu durum, ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımını pekiştirerek, beklenen bütünleşme yerine toplumsal ayrışmayı derinleştirebilir. Bu tür bir atama, Kürt ve Alevi kökenli vatandaşların karşılaştığı yapısal sorunları (ekonomik eşitsizlik, ayrımcılık, vb.) perdeleyebilecek ve gerçek bir çözüm sunmaktan uzak, sembolik bir adım olarak kalacaktır. Bu durum, toplumsal hoşnutsuzluğun devam etmesine ve hatta artmasına yol açacaktır.

Kürt ve Alevi vatandaşlar kendi içlerinde homojen yapılar değildir. Bu gruplar içinde farklı siyasî görüşler ve toplumsal katmanlar bulunur. Atanacak kişilerin kimliği veya temsil kabiliyeti, bu gruplar içinde temsil kavgasına yol açar ve iç gerilimleri artırır. Kürt ve Alevi gruplarına özel bir temsil alanı açılması, diğer etnik veya kültürel gruplardan (örneğin Lazlar, Çerkesler, Süryaniler, Romanlar vb.) benzer taleplerin gelmesine neden olabilir. Bu durum, siyasî yapının daha fazla parçalanmasına ve toplumsal kıyaslamaların artmasına yol açar. Her grubun kendi temsilcisini talep etmesi, millî birliği zayıflatacaktır. Ayrıca, bu tür bir önerinin belirli grupların oylarını alma veya siyasî tabanını genişletme amacıyla popülist bir söylem olarak kullanılması riski her zaman mevcuttur. Sonuç olarak, bu önerinin toplumsal ve kültürel sonuçları, uygulamanın nasıl yapılacağına, toplumun bu adımı nasıl algıladığına ve siyasî iradenin bu konudaki samimiyetine bağlıdır. Öneri, toplumsal ve kültürel fay hatlarını daha da belirginleştirme riski taşır.

Türk Kamuoyunda Öneriye Yönelik Tepkiler

Açıklama, Türk kamuoyunda oldukça çeşitli ve karmaşık tepkilere yol açmıştır. ‘Türkler’ homojen bir grup olmadığı için, bu tepkiler milliyetçi, muhafazakâr, liberal, seküler veya farklı siyasî görüşlere sahip Türk vatandaşları arasında değişiklik gösterir. Bazı Türk vatandaşları, bu öneriyi şu açılardan olumlu bulabilir: Türk millî kimliğini etnik ve mezhepsel farklılıkları aşan, üst kimlik olarak gören ve tüm vatandaşları eşit gören kesimler, bu adımı devletin kendi içindeki çeşitliliği tanıması ve kucaklaması olarak algılayabilir. Bu gruba göre, bu söylem “Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız” anlayışını pekiştirebilir. Farklı kimliklerin devletin en üst kademesinde temsil edilmesi, toplumsal barışa ve huzura katkı sağlayacağı düşüncesiyle desteklenebilir. Bu, uzun süreli gerilimleri azaltma ve millî birliği güçlendirme adına atılmış yapıcı bir adım olarak görülebilir. Bu yaklaşımda göz ardı edilen kültürel çeşitliliğin devletin nezdinde tanınmasının siyasî bir boyut kazanacağı ve bunun sonucunun da millî kimliği pekiştirici değil parçalayıcı bir işlev göreceğidir.

Bazı Türk vatandaşları, farklı toplumsal kesimlerin siyasette daha fazla görünürlük kazanmasını demokrasinin bir gereği olarak değerlendirebilir. Bu, demokrasinin niteliğini artırıcı bir unsur olarak görülebilir. Kürtler ve Aleviler hakkındaki bazı önyargıları kırma potansiyeli taşıdığı düşüncesiyle olumlu karşılanabilir. En üst düzeyde temsiliyet, bu grupların toplumsal kabulünü artırabilir. Devletin, bu türden bir öneriyi hayata geçirecek kadar güçlü ve kendine güvenli olduğunu düşünenler, bu adımı Türkiye’nin istikrarının ve kapsayıcılığının bir göstergesi olarak yorumlayabilir.

Özellikle geleneksel milliyetçi veya üniter devlet anlayışına sıkı sıkıya bağlı Türk vatandaşları arasında ise bu öneri olumsuz karşılanır. Bu kesimler, Türk millî kimliğinin etnik veya mezhepsel vurgularla sulandırıldığını düşünür. Onlara göre, “Türk” üst kimliği altında hiçbir ayrım gözetilmemelidir ve kimliklerin siyasî makamlarda bu şekilde öne çıkarılması, millî birliğe zarar verir. Bu kesimde “Türk olmanın” kimliklerin üzerinde, bütünleştirici bir unsur olduğu görüşü hakimdir. Öneri, devletin resmi düzeyde kimlikleri “ayrı” kategoriler olarak tanımlaması nedeniyle, bazı Türkler nezdinde toplumsal fay hatlarının keskinleştiği veya bölünmeye giden bir adım atıldığı algısına zemin hazırlar. “Türk milleti bir bütündür, parçalara ayrılamaz” ilkesiyle çeliştiği düşünülebilir. Ayrıca, “Neden sadece Kürt ve Alevi? Diğer etnik/dinî gruplar ne olacak?” sorusu gündeme gelir. Bu durum, diğer azınlık gruplarının veya Türklerin kendi alt kimliklerinin (örneğin Karadenizli, Egeli vb.) dışlandığı haksız bir ayrıcalık olarak yorumlanacaktır. Türkler arasında liyakat ve başarıya dayalı bir sistem beklentisi yaygındır. Bu öneri, siyasî atamalarda kimliğin liyakatin önüne geçirilmesi olarak algılanacak ve bu durum eleştirilere yol açacaktır. “En uygun kişi kimse o olmalı, Kürt veya Alevi olması şart değil” düşüncesi öne çıkacaktır. Bazı Türk vatandaşları, bu öneriyi samimiyetten uzak, siyasî çıkar amaçlı bir manevra olarak görebilirler. Özellikle seçim dönemine denk gelirse, “oy avcılığı” olarak yorumlanma ihtimali yüksektir.

Öneri, bir takım toplumsal sonuçlara neden olabilir. Mesela, Türk toplumu içinde yoğun tartışmalara ve farklı görüşler arasında kutuplaşmalara sebep olabilir. Türk millî kimliğinin tanımı ve sınırları üzerine yeniden bir düşünsel sorgulama başlayacaktır. Önerinin “kardeşliği pekiştirme” vurgusu, bazı milliyetçiler tarafından olumlu da karşılanabilir. Kısacası, bu açıklama Türkler nezdinde karmaşık tepkilerle karşılaşır. Bir kısım için kapsayıcılık ve birlikteliğin sembolü olurken, diğer bir kısım için millî kimliğin zayıflaması veya ayrışmanın keskinleşmesi endişelerini tetikler. Tepkiler, bireylerin kendi milliyetçilik anlayışları, siyasî konumları ve toplumsal duyarlılıklarına göre şekillenir.

Genel Değerlendirme

Yapılan açıklama, toplumda geniş yankı uyandırmakta ve çeşitli sonuçlara yol açmaktadır. Bu sonuçlar, vatandaşın mevcut dünya görüşüne, etnik ve dinî aidiyetine, siyasî eğilimine ve bilgi kaynaklarına göre farklılık gösterir. Bu açıklama, “bölünme” ve “farklılığın keskinleşmesi” algısını güçlendirir. Bu kesimler, “kimliklerin gereksiz yere vurgulandığı” veya “ayrılıkların körüklendiği” endişesini taşımaktadır. Onlara göre, millî kimlik etnik veya dinî alt kimliklerin üzerinde, kapsayıcı ve tek bir bütün olmalı. Bu nedenle, devletin üst makamlarında kimlik bazlı tanımlamaların yapılması, “bölünmeye giden bir yol” olarak algılanmaktadır. Özellikle milliyetçi veya ulus devleti savunan vatandaşlar için bu durum, geleneksel söylemle çelişir. Öneri, liyakat ve eşitliğin sorgulanmasını beraberinde getirir. Genel olarak vatandaşlar, “Cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt veya Alevi olmalı” ifadesini, liyakate dayalı seçim ilkesine aykırı bulur. Bu durum, meritokrasi ilkesinin ihlal edildiği ve ayrımcılık yapıldığı algısına neden olur. Kürt veya Alevi olmayan diğer etnik veya inanç gruplarına mensup vatandaşlar, kendilerinin bu tür bir temsilde neden yer almadığını sorgular. Bu durum, “ayrıcalık tanınan gruplar” ve “görmezden gelinen gruplar” ayrımını pekiştirir.

Öneri, “Biz” ve “Onlar” algısının güçlenmesine neden olmaktadır. Daha önce etnik veya mezhepsel aidiyetlerini günlük hayatta çok fazla ön plana çıkarmayan bazı vatandaşlar dahi, bu tür resmî açıklamalarla “biz Kürtler/Aleviler” ve “diğerleri” gibi kategorizasyonları bilişsel olarak daha belirgin hale getiriyor. Bu durum, toplumsal farklılıkların keskinleştiği ve daha görünür hale geldiği hissine yol açmaktadır.

Açıklama, liyakat ve eşitliğin sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. Genel olarak vatandaşlar, “Cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt veya Alevi olmalı” ifadesini, liyakate dayalı seçim ilkesine aykırı bulmaktadır. Akıllarına “En iyi kimse o olmalı, kimliğinin ne önemi var?” gibi sorular gelmektedir. Bu durum, meritokrasi ilkesinin ihlal edildiği ve ayrımcılık yapıldığı algısına neden oluyor. Özellikle siyasetin manipülatif yönlerine şüpheyle bakan vatandaşlar, bu açıklamayı seçimlere yönelik bir hamle, oy devşirme taktiği veya günü kurtarma çabası olarak yorumluyorlar. Bu da siyasî aktörlere olan güveni azaltıyor. Kürt veya Alevi olmayan diğer etnik veya inanç gruplarına mensup vatandaşlar (örneğin Lazlar, Çerkesler, Süryaniler, Romanlar vb.), kendilerinin bu tür bir temsilde neden yer almadığını sorgulayacaktır. Bu durum, “ayrıcalık tanınan gruplar” ve “görmezden gelinen gruplar” ayrımını biliş dünyalarında güçlendirir.

Yapılan açıklama, sıradan vatandaşın biliş dünyasında kapsayıcılık ve adalet hissi yaratmamış, aksine, bölünme ve farklılıkların keskinleştiği endişesine yol açmıştır. Algının ne yönde gelişeceği, büyük ölçüde bireylerin mevcut inançlarına, kimliklerine, siyasî duruşlarına ve medyadaki yansımalara bağlıdır. Eğer bu türden bir adım, devletin genel politikalarıyla tutarlı, şeffaf ve kapsayıcı bir anlayışla desteklenmezse, olumsuz algılar ağır basar ve toplumsal fay hatlarının bilişsel olarak daha da belirginleşmesine neden olur. Günübirlik politik çıkarlara bağlı, etnik ve mezhep merkezli iddialı büyük söylemler, sonuçsuz kaldığında uzun vadede yıkıcı düşünceleri sabitleme potansiyeli taşır.