|
Getting your Trinity Audio player ready...
|
Türkiye’nin toplumsal hafızası, güvenlik çevresi ve jeopolitik konumu, “bekâ” ve devletin varlığına ilişkin risklere karşı toplumsal duyarlılığı diri tutmaktadır. Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün gerçekleştirdiği kamuoyu araştırmalarında zaman zaman bu duyarlılık da ölçülmeye çalışılıyor. Eylül 2025’te “Türkiye’nin Milliyetçilik Haritası” adlı çalışmada bu algının güncel boyutları ve toplumun farklı kesimlerindeki yansımaları detaylı bir şekilde irdelendi. Anket sonucuna göre, seçmenlerin %63’ü Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına yönelik bir tehdit olduğunu düşünmektedir.

Dış Güçler, ABD ve İsrail
Veriler, Türkiye’de farklı siyasal kimlikler ve toplumsal kümelerde ülkenin bütünlüğüne ilişkin güvenlik kaygısının çoğunlukla dış kaynaklı bir çerçevede kurulduğunu; somutlandığında ise özellikle ABD ve İsrail gibi ülkelere yöneldiğini teyit etmektedir. Tehdit algısı taşıyanların %30,4’ü söz konusu riski genel bir üst başlık olarak “dış güçler” şeklinde tanımlamaktadır. Bunun yanında katılımcıların %10’u İsrail’i, %4,2’si ise ABD’yi doğrudan tehdit kaynağı olarak işaret etmektedir. Bu soruya verilen %1 civarı oranlara sahip benzer cevaplar da hesaba katıldığında tehdit algısına sahip anket katılımcılarının neredeyse yarısı “dış güçler” olarak kavramsallaştırılabilecek dış faktörleri Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına tehdit olarak görmektedir.

Her hâlükârda, “dış güçler”, “İsrail” ve “Amerika” yanıtlarının toplamı olan %44,5, toplumsal tehdit algısında belirgin bir artışa işaret etmektedir. Zira Enstitü’nün Haziran 2025 tarihli Türkiye Siyasi Gündem Araştırması’nda “Türkiye’ye karşı en önemli tehdidin ne olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıt verenlerin yalnızca %18,3’ü “dış güçler, Amerika ve İsrail vb.” seçeneğini işaretlemişti. Haziran ayından bu yana yaşanan jeopolitik gelişmeler toplumun her kesiminde İsrail ve ABD kaynaklı tehdit algısında dramatik bir yükselişi beslemiştir.
İsrail’in, ABD’nin önünde ve belirgin bir farkla varoluşsal tehdit olarak algılanması, bu soruya ilişkin bulguların kuşkusuz en dikkat çekicilerinden birisidir. Tarihsel olarak yabancı ülke kaynaklı tehdit algısında çoğunlukla ilk sırada yer alan ABD’nin, belki de ilk kez bir başka ülkenin gerisine düştüğü görülmektedir. ABD’ye ilişkin kalıcı temkin ve “güçlü ama güvenilmez” algısı, tehdit algısında süreklilik arz eden bir zemin oluştururken ikili ilişkilerdeki değişken gündem maddeleri bu algının şiddetini dönemsel olarak dalgalandırmaktadır. Suriye’de ABD–YPG ilişkileri, FETÖ liderinin iadesine ilişkin süreç ve yaptırım tartışmaları, son yıllarda algıyı dalgalandıran başlıca unsurlar olmuştur. Buna karşılık, Trump yönetimiyle son dönemde tesis edilen -ve sürdürülebilirse- daha olumlu temasların, ABD’nin “varoluşsal tehdit” olarak görülme payını sınırlı ve muhtemelen geçici biçimde düşürmesi beklenebilir. İsrail’in ABD’ye kıyasla daha yüksek oranda “tehdit” olarak anılması; son yıllarda artan çatışma görüntüleri, Gazze’deki trajedinin yarattığı vicdani öfke ve özellikle Suriye sahasında Türkiye-İsrail geriliminde hissedilen tırmanışla açıklanabilir. Ayrıca, Haziran ayında İsrail ile İran arasında yaşanan 11 günlük sınırlı savaş sırasında İsrail’in askerî kapasitesini etkin ve kararlı biçimde kullanması ve dünyaya sergilemesi, bu ülkeye dönük tehdit algısının yükselmesinde ilave bir etken olmuştur. İsrail’e yönelik tehdit algısı, dinî ve vicdanî boyutların yanı sıra İsrail’in askerî kapasitesine, ABD şemsiyesinde diplomatik baskıya göğüs gerebilme kabiliyetine ve uluslararası hukuk normlarından azade hareket edebilmesiyle doğrudan bağlıdır. İsrail’e ilişkin bu kanı geçen altı ayda kamuoyunda oldukça görünür olmuştur. Bu nedenle İsrail karşıtı tehdit algısının önümüzde dönemde artış eğilimini sürdürmesi beklenebilir.
Siyasi Görüşe göre Tehdit Algısı
Toplumdaki tehdit algısının parti tercihleri, siyasi görüş ve araştırmanın odağı olan milliyetçi seçmen profilleri üzerinden değerlendirildiğinde dikkat çekici bir tablo ortaya çıkmaktadır. 14 Mayıs 2023 milletvekili seçimi tercihleri temelinde, MHP seçmeninin %42,6’sı en büyük tehdidi “dış güçler” olarak tanımlamaktadır. Yeniden Refah Partisi seçmeninde bu oran %40,9, AK Parti seçmeninde ise %38,8. Dolayısıyla, sağ-milliyetçi muhafazakâr blokta dış kaynaklı tehdit anlatısının ortak bir payda oluşturduğu görülmektedir. Buna karşılık, en istisnai ve dikkat çekici bulgu DEM Parti seçmeninde görülmektedir: %17,8’lik kesim İsrail’i, %8 ise ABD’yi Türkiye için varoluşsal tehdit olarak algılamaktadır. Bu düzeyler, ülke ortalamasının (İsrail %10, ABD %4 bandı) neredeyse iki katına karşılık gelirken diğer parti tabanlarından da belirgin biçimde ayrışmaktadır. Bu farklılaşma, DEM seçmeninde tehdit algısının dış aktörler içinde daha somut ülke örnekleri etrafında yoğunlaştığını; özellikle bölgesel meseleler ve güncel çatışmalarla (Suriye, Gazze vb.) ilişkilendiğini düşündürmektedir.
CHP seçmeni, tabandaki sosyal demokrat ağırlığın da etkisiyle, “dış güçler”, “ABD” ve “İsrail” seçeneklerini toplamda en az işaretleyen gruptur; tekil olarak “dış güçler” yanıtını verenlerin oranı %23’tür. Bununla birlikte, Haziran 2025 çalışmasında bu üç seçeneği birlikte belirten CHP seçmenlerinin oranı %10 iken Eylül 2025 araştırmasında %34,7’ye yükselmiştir. Diğer parti tabanlarında artış genellikle yaklaşık iki kat düzeyinde seyrederken CHP seçmenindeki artış üç katın da üzerine çıkmıştır. Bu sıçrama, CHP içinde dahi dış aktör merkezli tehdit söylemine duyarlılığın son dönemde yükseldiğini göstermektedir. İYİ Parti seçmeninde ise “dış güçler” yanıtı %24 civarındadır; “dış güçler+ABD+İsrail” üçlüsünün toplamında Haziran’a kıyasla genel eğilime paralel, yaklaşık iki katlık bir artış gözlenmektedir. Bu tablo özetle CHP seçmeninde dönemsel sıçramayı teyit ederken merkez sağ-milliyetçi seçmende genel eğilime paralel bir artışı düşündürmektedir.
Siyasal görüş kırılımlarında ise en dikkat çekici sonuç Kürt milliyetçileri ile Ülkücü kimlikler arasındaki paralelliktir. Kürt milliyetçilerinin %39,5’i dış güçleri, %14’ü İsrail’i tehdit olarak sayarken Ülkücülerde bu oranlar sırasıyla %40,7 ve %10,5. Farklı siyasal iklimlere ve tarihsel anlatılara rağmen her iki kümede de dış kaynaklı tehdit algısının güçlü olması, gerekçeleri ve duygusal altyapısı farklı olsa bile ironik bir sonuç olarak karşımızda durmaktadır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son dönemde ortaya attığı ve kamuoyunca çokça tartışılan “iç cepheyi güçlendirme” argümanının MHP ve DEM Parti tabanlarında karşılık bulduğu sonucuna ulaşılabilir.
Demografik Kırılımlara Göre Tehdit Algısı
Tehdit algısının kuşaklar arasındaki yaşayış farkı dinamikleriyle yakından bağlantılı olduğu görülmektedir. 18–24 ve 25–34 yaş aralığındaki seçmenler, diğer gruplara kıyasla “dış güçler” yanıtını belirgin biçimde daha az vermektedir. Bu kuşakların sosyal medya üzerinden çoklu bilgi kaynağına hızla erişebilmesi, uluslararası gündemi daha kesintisiz takip edebilmesi ve farklı kültürlerle temas imkânlarının artması, gençlerde dünyayı daha karmaşık ve çok boyutlu algılama eğilimini güçlendirir. Bu nedenle “tehdit” kavramı, gençler için çoğu zaman dış aktörlerden ziyade işsizlik, geçim sıkıntısı ve geleceğe dair belirsizlik gibi gündelik sosyo-ekonomik sorunları çağrıştırır.
Buna karşılık 35 yaş ve üzerindeki seçmenlerde sonuç belirgin biçimde farklılaşır. Bu grup, 1990’lardaki iç güvenlik sorunlarını, 2000’lerin başından itibaren yaşanan ekonomik dalgalanmaları, 2016’daki darbe girişimi gibi iç krizleri ve Türkiye’nin çevresinde süregelen savaşları doğrudan tecrübe etmiştir. Dolayısıyla “dış güçler” onların dünyasında soyut bir söylemden ibaret değil; zaman zaman gündelik hayatını etkilemiş somut bir gerçekliktir. Kur şokları ve ithalata bağımlı bir ekonomide fiyatlara yansıyan dalgalanmalar, bu kuşağın dış kaynaklı faktörleri daha somut biçimde hissetmesine yol açar. Ayrıca Türkiye’nin bölgesindeki güvenlik krizleriyle büyüyen bir kolektif hafıza, bu algıyı kalıcı kılar. Gençler için “dış dünya” çoğu zaman fırsatlar ve dolaşım imkânlarıyla birlikte anılırken ileri yaş grupları için ülkenin kırılgan dengesini riske atabilecek bir unsur olarak algılanmaktadır. Genç yaş gruplarında içsel, sosyo-ekonomik kaygılar öne çıkarken daha ileri yaşlarda jeopolitik riskler ve dış aktörlere atfedilen etkiler tehdit algısının merkezine yerleşmektedir.
Öte yandan, eğitim durumuna göre tehdit algısına bakıldığında bazı şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşıyoruz. Eğitim seviyesi arttıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına yönelik tehdit algısı artıyor. İlkokul ve altı eğitim seviyesinde bu soruya “Evet tehdit var” diyenlerin oranı %55,6 iken üniversite ve üzeri eğitim seviyesinde bu soruya olumlu cevap verenlerin oranı %73,3’e çıkıyor. Tehdidin boyutuna ilişkin alt kırılımlara bakıldığında, eğitim seviyesi daha düşük kesimlerde “dış güçler”, “İsrail” ve “Amerika” cevapları yoğunken eğitim seviyesi arttıkça “ekonomi/geçim sıkıntısı”, “Cumhuriyet rejimi tehdit altında”, “bölünme/birliğin bozulması”, “terör PKK/YPG/FETÖ” gibi cevaplarda artış gözlemleniyor. Başka bir deyişle, tehdidin içeriği eğitim seviyesiyle farklılaşmaktadır: daha düşük eğitim düzeylerinde “dış güçler/ABD/İsrail” vurgusu baskın kalırken eğitim düzeyi yükseldikçe tehdit algısında ekonomi, devletin kurumsal işleyişine ilişkin sorunlar, adalet ve içsel kırılganlıklar ön plana çıkmaktadır.
Son olarak, çalışma durumlarına göre bakıldığında bazı grupların dramatik ölçüde hem Türkiye ortalamasından hem de diğer gruplardan ayrıştığını görülüyor. Örneğin, öğrencilerin varoluşsal tehdit sebebi olarak İsrail’i görme oranı %15,2 (Türkiye ortalaması %10), terörü görme oranı ise %15,9 (Türkiye ortalaması %5,5), devlet memurlarının tek başına ABD’yi tehdit görme oranı %12,9 (Türkiye ortalaması %4,2) olarak ölçülmüştür. Anket genelinde “ekonomi/geçim sıkıntısı”nı tehdit olarak görenlerin oranı %12,7 iken bu oran kamu sektöründe işçi olduğunu beyan edenlerde %26,1, devlet memurlarında %20, özel sektör işçilerinde ise %14,1’e çıkmaktadır. Bu dağılım, ekonomik krizin etkisinin özellikle bordrolu çalışan kamu ve özel sektör işçilerinde daha yüksek hissedildiğini ve dolayısıyla daha yüksek bir varoluşsal kaygı ürettiğini gösterir.
Sonuç
Bulgular, Türkiye’de tehdit algısının merkezinde artık açık biçimde “dış güçler” kümesinin yer aldığını göstermektedir: “dış güçler + İsrail + ABD” toplamının %44,5’e tırmanması ve İsrail’in ABD’yi geride bırakması, olağan tehdit kaynaklarında kayda değer bir kırılmaya işaret etmektedir. Haziran’daki %18,3 düzeyinden bu oranlara sıçrama, aslında tek bir sebepten ziyade, Gazze’de yaşanan insani kriz, Suriye, YPG, askeri ve ekonomik yaptırımlar gibi Türk dış politikasına son aylarda hâkim olan konulardaki tartışmalar ve ekonomik yansımaların birlikte etkisinin sonucudur. Parti kırılımlarında MHP–YRP–AK Parti hattında dışsal çerçevenin güçlü biçimde konsolide olduğu; DEM tabanında İsrail (ve kısmen ABD) vurgusunun ortalamanın çok üstüne çıktığı; CHP’de ise Haziran–Eylül arasında %10 → %34,7’lik sıçramayla dönemsel duyarlılığın hızla yükseldiği görülmektedir. İYİ Parti’de artış eğilime paralel ve ölçülü; ancak yönü “dış güçler” kapsamıyla uyumludur. Veriler, birbirinden çok farklı gerekçelerle olsa da DEM ve MHP tabanlarında İsrail ve ABD hassasiyetinin belirgin ve benzer olduğunu gösteriyor; bu beklenmedik paralellik, “iç cepheyi güçlendirme” söyleminde iki parti açısından ortak bir siyasal zemin kurulabildiğine işaret etmektedir. Öte yandan, “dış güçler” hassasiyetinin yalnızca siyasal aidiyetlerle değil, kuşak deneyimi, eğitim düzeyi ve çalışma hayatının ürettiği somut kırılganlıklardan da beslendiğini ortaya çıkmaktadır. Mevcut eğilim sürerse, dış güçler, İsrail ve ABD eksenli tehdit algısının önümüzdeki aylarda yüksek seyrini koruyup kriz görünürlüğüne paralel olarak yukarı yönlü dalgalanmalar göstermesi beklenebilir.