Kenti Anlayanlar Kazanıyor

Chicago Kent Sosyolojisi temsilcilerinden olan Robert E. Park kent toplumu için “birbirine temas eden ama nüfuz etmeyen küçük dünyalar mozaiği” tanımlamasında bulunur.

Chicago Kent Sosyolojisi temsilcilerinden olan Robert E. Park kent toplumu için “birbirine temas eden ama nüfuz etmeyen küçük dünyalar mozaiği” tanımlamasında bulunur. Öte yandan Lewis Mumford “Kent tam anlamıyla, coğrafik bir örgü, ekonomik bir organizasyon, kurumsal bir süreç, toplumsal eylemin sahnesi ve kolektif birliğin estetik bir sembolüdür. Kent sanatı teşvik eder ve sanattır; kent tiyatroyu yaratır ve tiyatrodur. İnsanların çatışmacı ve işbirlikçi kişilikler, olaylar, gruplar aracılığıyla maksatlı eylemlere odaklanarak çalıştığı sahne olarak kent, kentin içindedir” yaklaşımını benimser. Her iki kent tanımlaması da kenti, mekânı ve toplumuyla birlikte ele alarak 21. yy. dünyasına ışık tutar. “Kent, kentin içindedir” yaklaşımı özellikle önemli bir alana işaret etmektedir. 21. yy. dünyasında kenti anlamak, anlamlandırmak ve kentte yaşamak meziyet gerektirmektedir ve bu yüzden kenti anlayanlar kazanıyor. Bu kazanım biçimi toplumsal, siyasal ve ekonomik boyutların tamamını içerisinde barındırmaktadır. Günümüz dünyasında ulus devletlerden ziyade kentlerden konuşuyor olmamız ve uluslararası organizasyonların kentleri mabet olarak seçmesi küresel düzlemde bir kent enflasyonunun da yaşanmasına sebebiyet vermekle birlikte kentin gizli kalmış anlamını ve doğasını gün yüzüne çıkarması bakımından kıymetli bir alana işaret etmektedir. Sağlıktan spora, kültürden bilime, stratejiden uluslararası ilişkilere kadar kent ön plana çıkmaktadır.  Marx, kendi dönemi ile alakalı tanımlamaya girişirken “çağın metası paradır” demişti. Meta, tüketim amacıyla ticari bir üretim anlamını taşıyan şeyleri kapsamaktadır. Yine Marx’ın tanımlaması ile meta, “toplumun en temel hücresidir”. Özellikle reklamcılık ve kültür endüstrisinin gelişimi ile birlikte meta farklı olgu tanımlamalarını bünyesine katmakla beraber “çağın metası, kenttir” iddiasında bulunmak uçuk bir iddia olmayacaktır. Kentin ticaretle, var olmayla ve yaşamla ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda kentin, kentten içeri olmasının anlamına daha da yaklaşacağız.

“Kenti anlayan kazanır” söylemi bir slogandan ziyade günümüzün bir gerçekliği olarak ön plana çıkmaktadır. Özellikle hali hazırda dünyanın büyük bir bölümünün siyasal iştigal çemberine hapsolduğu gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda siyasal kazanım bu çerçevenin bir sac ayağını oluşturmaktadır. Öte yandan kentin, sermayenin mabedi olma özelliğinden kaynaklı ekonomik kazanım diğer bir sac ayağını temsil etmektedir. Bu metnin amacı, 21. yy.’da kenti anlamanın altlığını oluşturmak ve öte yandan siyasal ve ekonomik dinamiklerin kentteki karşılığına odaklanmaktır. Kenti, akademik tanımlamaların ötesine geçirerek toplumların yaşam mekânı olma iddiasında olma durumuna sosyolojik ve siyasal bir zemin oluşturma ve bu kapsamda da Türkiye’nin mevcut toplumsal yapısını anlamlandırma çabası ortaya konulmaktadır.

Kenti Anlayan Kazanır: Siyasal Kazanç

Türkiye’de kentleşme sürecinin mekânsal örüntüsünü, Toplum Çalışmaları Enstitüsü web sayfasında Asmin Kavas’ın “Şehirlerin Solan Nabzı: Kentsel Dinamiklerin Gerileyişinin İzini Sürmek” adlı metninde bulabilmek mümkündür. Kentler ele alındığında mekânsal ve toplumsal boyut çoğu kez ayrı ele alınsa da iç içe geçmiş ve nirengisinde insan olan bir tablo sunmaktadır. Kentin toplumsal boyutu, kentin kentten içeride olmasını sağlayan temel unsurdur. Kentsel siyasetin, kentsel kaosun, kentsel özgürlüğün ve kentsel yaşamın aynı anda aynı mekânda bir yaşam oluşturmasına imkân tanımaktadır. Bundan olacak ki; kent çalışmacısı Stavros Stavrides “kentsel heterotopya” dan söz edecektir. Heterotopya, gerçek olanın gerçek olmayanla aynı mekânda bulunmasını tanımlamaktadır. Bu yanıyla kenti ele alırken gerçeklik müphem hale gelmektedir. Ulus devletlerin ortaya çıkışı ile kentin bir özgürlük ve romantizm mekânı olarak ele alınmasına karşı David Harvey “kent, asla karmaşa, çatışma ve şiddetten azade, ahenkli bir yer olmamıştır” diyecektir. Çatışma ve karmaşadan söz edildiğinde doğal olarak siyaset işin içerisine girmektedir. Öyle değil midir ki; siyasetin ortaya çıkış amacı toplumun dizginleştirilmesidir. Bundan dolayı değil midir ki; siyaset seyis kökünden gelerek dizginin sağlanması ve uysallaştırılmasıdır. Söz konusu siyasetin kentle yakın anlam içerisinde olması sadece günümüzde münhasır bir durum değildir. Antik Yunan kentlerinde demokrasi filizlenmeye başladığında siyaset kurumsallaşmaya başlamıştır. İtalya’daki şehir devletlerin durumu üzerine Niccolò Machiavelli, Prens adlı eserini yazar. Prens’te ele alınan konuların kesiştiği nokta şehri elde tutma stratejisiydi. Günümüzde de halen bütün siyaset, kentleri elde tutma ile ilgilidir. Türkiye’de son dönemlerde gerek siyaset arenasında gerek medyada başat konu olan belediye başkanları, kayyımlar, yerel seçimler vs. hepsi kenti elde tutma stratejisi ile alakalıdır.

Günümüzde kentte siyaset yaparak kent yönetimine hâkim olmak için eski siyasal alışkanlıkların değiştirilmesi gerektiğine olan inanç gün geçtikçe yükselmektedir. Bir Roma Lejyoner Birliği gönderilmeyeceğine göre siyasetin efektif hale gelmesi gerekmektedir. Günümüzde yerel yönetimlerde başarının ölçütü kenti ve kentliyi anlama ve ona göre siyasal stratejiler geliştirilmesidir. Peki günümüzde kentler nasıldır? Kentler, içerisinde çok fazla farklı kültür ve yapıyı barındıran, kentsel adacıklar biçiminde zengin ve yoksul arasındaki uçurumun arttığı, kentte yaşayıp da henüz kent merkezini göremeyen yoksullar, kent içerisinde lüks sitelerde yaşayıp kendini güvende hissetmeyen zenginler, kendi kendilerini eyleyen siyasi partiler, kendi grubu dışında herkesi hakir gören elitler, içerisinde yaşadığı toplumdan habersiz akademik kurumlar, sokakta mendil satan çocuklar, modern hukuk ve eğitim sistemini reddeden yapılar, sanatın sanat için olduğunu düşünenler ve bu uğurda fildişi kuleleri inşa edenler, sabah sekiz akşam beş asgari ücretle çalışanlar, günlük iki saat yolda olanlar, otopark mafyaları, kent hakkı için mücadele eden gruplar ve bütün ideolojilerden insanların bir arada yaşadığı mekânlardır. Böyle bir mekân içerisinde doğrunun eğriyle münasebeti hakikatin yalanla olan münasebeti aynı derecede karşılık bulmaktadır. Bu bağlamda kentte siyaset yapmak ve özellikle yerel yönetimlerde söz sahibi olabilmek için tüm bu çelişkili görünen fakat bir yerde de ahenk oluşturan tüm yapıları bilebilmek ve temas etmek gerekmektedir.

Günümüzde kenti anlamak için kent toplumunun oy verme eğiliminden, kültür ve yaşantı talebine kadar birçok unsurun bir arada değerlendirilerek ona göre politika geliştirilmesi gerekmektedir. Dünyada başlayan yerelleşme trendi her anlamda kendini ön plana çıkarmaktadır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, UNESCO ve hatta NATO bile son yıllarda yaptıkları projeleri yerellik üzerinde değerlendirmektedir. Bu da demek oluyor ki yerel, küreselleşmenin bütün hızına rağmen kıymete biniyor ve asıl olan yerel olmaktadır. Bu bağlamda, son otuz sene içerisinde Türkiye siyasetinde kazananlara göz ucuyla bakalım; Refah Partisi’nin doksanlarda özellikle metropol bölgelerinde gecekondu sakinleri ile kurduğu temaslar sonucu kazandığı belediyeler, Ak Parti’nin özellikle 2010’lara kadar kentin dışındakilerle ve kentin dışlananları ile kurduğu temaslar, son dönemde Yeniden Refah Partisi’nin Anadolu taşrasında kurduğu temaslar, CHP’nin son yerel seçimde kent yoksulları ile kurduğu temaslar ve yerel yönetimdeki başarı gibi doğrudan sonuç getirici faaliyetler kentin çeperini kendi merkezine alan yaklaşımlar mümkün olmaktadır. Son beş on yıl içerisinde kentlerde mekânsal olarak büyük dönüşümler yaşanmasa dahi toplumsal olarak büyük dönüşümler yaşandı. Siyasi partilerin kenti ele alırken sosyolojik boyutunu göz önünde bulundurarak bir süreç yürütmesi gerekmektedir. Aksi takdirde yankı odalarında ve sosyal medyada “mış” gibi yapılmış politikalar, toplumda bir karşılığı olmayan basın açıklamaları ve kendi parti mensupları tarafından dahi ciddiye alınmayan genel merkezler ortaya çıkacaktır. Kenti anlayarak siyaset yapmak yani yereli kazanarak genele hitap etmek önümüzdeki yılların tek çıkar yolu olarak ön plana çıkmaktadır.

Kenti Anlayan Kazanır: Ekonomik Boyut

Kent üzerine çalışan ve akademide karşılığı olan birçok isim, kenti sermayenin üretim ve tüketim mekânı olarak ele almakta… Son yıllarda kent çalışmaları denilince ilk akla gelen isimlerden olan David Harvey, kenti sermayenin çevrimleri kapsamında ele almaktadır. Yani, sermayenin piyasada akışkanlığının sağlanması için kentsel yapılı çevrenin inşasını mecburi bir uğrak noktası olarak ele almaktadır. İnşaatın ortalama iki yüz sektörü harekete geçirdiğini varsayarsak; neo-liberal kentsel deneyim, inşaat ve ekonomi ilişkisi ile ilerlemektedir. Türkiye siyasetini çokça meşgul eden gecekondulaşma, imar yasaları, imar afları, depremler, kent planlamaları gibi birçok unsur ekonomi ile doğrudan ilişkilidir. Yerel yönetim meclislerinden geçen imar düzenlemeleri ile sermaye transferlerinin yaşanması ve yerelde iktidarda olan partilerin kentsel ranta ortak olma çabaları her daim gündemde yer alacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ön plana çıkmaktadır; kentin canlı bir organizma biçiminde var olmasından dolayı bazı alanları çöküntü alanına dönüşürken bazı alanları da soylulaşarak değer kazanmaktadır. Yani kent, doğası gereği rant üretir. Önemli olan yerel yönetimin bu rantı sosyal adalet kapsamında dağıtımını sağlamasıdır.

“Kent, doğası gereği rant üretir” sözü, bizim toplumumuzda kabul görebilecek bir şey değildir çünkü rant, genellikle yolsuzlukla, kayırmacılıkla ve sebepsiz zenginleşme ile gündeme gelmiştir. Fakat kentsel rant, kent mekânının sürekli gelişim göstermesi, büyümesi, yoğunlaşması ve bazı bölgelerde çöküntü alanlar oluşurken bazı bölgelerin değer kazanması sebebiyle kentin doğal serüveni içerisinde yer almaktadır. Kentsel rantın adaletli biçimde dağıtımının yapılabilmesi için yerel yöneticilerin kentsel politikayı ve kentin ihtiyaç ve taleplerini bilmesi gerekmektedir. Kentin bu gelişim serüveni ve dinamik yapısının farkında olan yerel yöneticiler, yani belediye başkanları, meclis üyeleri, siyasi partilerin il yönetim kadroları vs. genellikle kentsel adaletin sağlanmasını göz ardı edebilmektedir. David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir adlı eserinde kentin rantının toplumsal kalkınmaya olan etkisine de değinmektedir. Yani toplumsal kalkınma ile kentsel kalkınma arasında güçlü bir doğru orantı mevcuttur. Bu biraz daha iktisadi bir çözümleme gerektirse de kenti zengin etmenin sağlıklı sonucu kentlinin zengin olmasıdır. Bu kapsamda son yerel seçimde bazı belediye başkanlarının “kentliyi zenginleştirme” vaadi tamamen kentsel rantın sosyal adalet bağlamı içerisindedir.

Sona Doğru Giderken…
21.yy.’da kentin yeniden ele alınma zorunluluğu kısa bir biçimde aktarmaya gayret edildi. Kentlerin askeriye ve savunma amaçlı surlarla çevrilmesi veyahut stratejik tepelerde şehirler inşa etmenin vakti çoktan geçti. Günümüz toplumlarında kentlerde artan nüfus, artan yoğunluk ve artan ilişkiler yumağı, kentlerin mekân, toplum ve yönetim açısından yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Doğrudan kent sosyolojisi kapsamına giren bu ele alış biçimi, günümüz toplumsal eyleyiş biçimini ortaya koyarak ne yapılması gerekir sorularına cevaplar bulmamıza yardımcı olacaktır. Karar alıcılar ve karar alıcı olma niyetinde olan herkesin kent dinamiklerine hakim olması ve bu alanda bilgi kazanması toplumların gelecekleri açısından kıymetli bir noktada durmaktadır.