Gelir Eşitsizliği Radikalleşmeye Sebep Olur mu?

Dünyada gelir dağılımı verileri tutulmaya başlandığı günden bugüne bakıldığında, birçok gelişmiş ekonominin gelir eşitsizliği konusunda tarihi zirvelere dayandığını görüyoruz.

Dünyada gelir dağılımı verileri tutulmaya başlandığı günden bugüne bakıldığında, birçok gelişmiş ekonominin gelir eşitsizliği konusunda tarihi zirvelere dayandığını görüyoruz. Bir ülkedeki en zengin %10’luk kesimin ortalama gelirini, gelir dağılımının en altındaki %50’lik kesimin ortalama gelirine bölmek bize “ilk 10/son 50 oranı” ölçümünü veriyor. 2022 verileri baz alındığında bu oran Türkiye’de 23 (World Inequality Report, 2022)! Yani 2022 yılında Türkiye’nin en yüksek gelire sahip %10’luk grubunun ortalama geliri, en düşük gelire sahip %50’lik grubun ortalama gelirine kıyasla 23 kat daha fazla. Diğer yandan, 2024 Dünya Bankası “Gini katsayısı” raporuna bakıldığında Türkiye %41,9 ile 177 ülke arasından gelir eşitsizliği en yüksek 41. ülke olarak yerini almaktadır.

“İlk 10/son 50” oranı baz alındığında Çin, Hindistan, Japonya, Amerika, Kore ve listedeki birçok farklı ülkenin tarihlerindeki en yüksek gelir eşitsizliği seviyelerine ulaştığını gözlemlerken raporda Türkiye’den daha kötü durumda olan ülkeler ise sırasıyla Güney Afrika, Meksika, Şili ve Brezilya olarak bildirilmektedir. Şunu belirtmek isterim ki, eşitsizliğin ölçülmesinde kullanılan göstergelerin hiçbirisi gelir dağılımının net bir fotoğrafını vermez. Nitekim, çok farklı gelir dağılımına sahip olan iki ülkenin gelir dağılımı göstergesi aynı sonucu verebilir. Fakat hangi göstergeye bakarsak bakalım, sistematik bir şekilde dünyanın çoğu ülkesinde modern tarihin en yüksek gelir eşitsizliği verileriyle karşılaşıyoruz.

Maalesef, Türkiye’nin durumu, tahmin edilenden daha kötüdür. Bu durumun ilk nedeni, veri ile ilgili karşılaşılan sorunlardır. Sağlıklı ve güvenilir veri eksikliği, durumun doğru bir şekilde analiz edilmesini ve uygun politikaların geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. İkinci neden ise 2022 yılından itibaren ülkenin gelir eşitsizliğini artıracak ekonomik ve sosyal gelişmelere maruz kalmış olmasıdır. Artan enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanmalar, düşük gelirli grupların yaşam standartlarının düşmesi gibi faktörler gelir dağılımında dengesizliklere yol açarak toplumun geniş kesimlerini olumsuz etkilemiştir.

Gelir dağılımı analizinde kullanılan verilerin önemli bir bölümü anket yoluyla elde edilmektedir. Bu nedenle verilerin tutarlılığının ön koşulu, beyanların doğru verilmesidir.
Anket kullanılmayan bölümde idari kayıtlar ve vergi verileri esas alınmaktadır. Ancak kaçırılan vergiler, kayıt dışı ekonomi ve eksik gelir beyanları bu verilerin güvenilirliğini ciddi şekilde zedelemekte ve ülkenin ekonomik durumunu tam anlamıyla yansıtan doğru bir tablo çizmemizi zorlaştırmaktadır.

Yukarıdaki nedenler dolayısıyla Türkiye’nin bu konuda tam bir röntgenini çekemiyoruz fakat son yıllarda uygulanan politikaların gelir eşitsizliğini nasıl etkilediği hakkında çıkarımda bulunabiliriz. Merkez Bankası verileri esas alındığında Türkiye, Temmuz 2018’den Mayıs 2024’e kadarki dönemde dünyada eşi benzeri olmayan bir negatif reel faiz politikası izledi. Bunun sonucu olarak, nominal faiz üzerinden krediye ulaşabilen kesim, yıllar süren, bir nevi “dolaylı gelir transferi” politikasından servetlerine servet kattılar.

Bu işlem şöyle özetlenebilir: Bankadan %5 sabit faizle 1 yıl vadeli 1.000 TL kredi çektiniz. Aldığınız bu krediyle dayanıklı tüketim mallarından bir yatırım sepeti oluşturuyorsunuz. 1 yıl sonra ödeme zamanı geldiğinde, yıllık enflasyon oranının %50 olduğunu görüyorsunuz. Bu durumda, yatırım sepetinizin değeri 1.000 TL’den 1.500 TL’ye çıkmış oluyor. Sepetinizi 1.500 TL’ye satıp banka borcunuzu 1.050 TL (1.000 TL anapara + 50 TL faiz) ile kapatıyorsunuz. Geriye kalan 450 TL ise sizin kazancınız oluyor. Bu transferin ön koşulu ve hacmi, sizin krediye ulaşabilir bir vatandaş olmanıza ve ne kadar kredi çekebildiğinize bağlıdır. Bu dönemde kredi hacminden en büyük payı alanlar şirket ve mülk sahipleri olurken krediye erişemeyen kesim ise bu kişilerin zenginleşmelerini izlediler. Bunun sonucu olarak, en yüksek gelire sahip olan %10’luk zümre ortalama bazda daha da zenginleşti.

Gelelim en düşük gelire sahip %50’lik kesime… DİSK-AR’ın 2022 araştırmasına göre, Türkiye’de çalışan işçilerin %37,5’i asgari ücretin %5 fazlası ve altı ücretlerle çalışıyor. Bunun yanı sıra, nüfusun %18’i ortalama bazda asgari ücretten de düşük olan emekli maaşı, malullük, ölüm aylığı ve dul-yetim maaşı gibi gelirlerle geçiniyor. Bu grupların ortak özellikleri, gelirlerinin nominal sözleşmeler üzerinden tahakkuk etmesi ve yılda bir veya istisnai durumlarda iki kere revizyona tabi tutulmasıdır. Yani, enflasyonun %100 olduğu bir ekonomide maaşınız %50 erirken bu sözleşmenin yürürlüğü icabı maaşınızın herhangi bir revizyona kadar erimesini bekliyorsunuz. Bu durum, yıllardır yaşadığımız enflasyonist ekonomide, gelir dağılımının özellikle en altındaki %50’lik kesimin hayat standartlarının sürekli düşüp arada revizyona tabi tutulup fakat yine aynı gerçekle yaşamalarını kaçınılmaz kılıyor. Diğer şartları sabit tuttuğumuzda, yukarıda belirttiğim iktisadi gerçekliklerin sonucu, gelir dağılımının en üstündeki %10’luk zümrenin ortalama bazda daha da zenginleşmesine ve en alt %50’lik zümrenin daha da fakirleşmesine neden olmuştur. Peki, bu eşitsizlik seviyesi “ideal” mi?

Bu soru iki şekilde ele alınabilir. İlk olarak, “Hayalini kurduğumuz ideal ülkede gelir eşitsizliği ile şu anki durumu nasıl karşılaştırıyoruz?” diye sorabilirsiniz. İdeal ülke, sizin için gelir farklılıkları olmayan “egaliter” bir yapı olabilir veya “elitizmin” gerekli olduğunu, bu yüzden birilerinin diğerlerinden daha zengin olmasının bir nevi ideal ülkenin ön koşulu olduğunu düşünebilirsiniz. Demem o ki, bu yaklaşım ile sorunun cevabı sizin kişisel görüşlerinize göre farklılık gösterir. Başka bir yaklaşım ile gelir eşitsizliğinin idealliği “politik ve sosyal sürdürülebilirlik” üzerindeki beklentisel etkileri ile sınırlanarak kişisel görüşlerden soyutlanmış, soruyu bir nevi denge problemine indirgeyen objektif bir analizle ele alınabilir. Gelir eşitsizliğinin bu konular üzerindeki etkileri, iktisatçıların teorik ve ampirik olarak uzun yıllardır çalıştığı bir alandır.

Gelir Eşitsizliğinin Öngörülen Ekonomik Etkileri:

Gelir eşitsizliğinin öngörülen etkileri “doğrusal ilişkiler” ve “tetiklenen ilişkiler” üzerinden değerlendirilerek iki gruba ayrılabilir. Doğrusal ilişkiler baz alındığında, gelir eşitsizliğindeki artışın ülkedeki polarizasyonu artırması, eğitimde yetersiz yatırıma neden olup ülkedeki beşeri sermaye seviyesini düşürmesi ve bu dönemlerde elindeki gücü konsolide etmek isteyen şirketlerin lobicilik harcamalarını artırıp demokratik kurumları baltalamaları gibi iktisat literatürüne geçmiş önemli çalışmalar örnek gösterilebilir. İşin karmaşık ve öngörülmesi güç kısmı, gelir eşitsizliğinin tetikleyebileceği politik gelişmelerin iktisadi dolaylı etkileridir.

Gelir eşitsizliğinin önemli ölçüde arttığı dönemlerde radikal politikalara olan desteklerde artış gözlemliyoruz. Bu radikalleşmenin sebebi, gelir dağılımından beklediğini alamayıp diğer insanların zenginlik içinde yaşamalarını gören, aslında politik çoğunluğa sahip olan zümrenin sistemi temelinden değiştirecek nitelikte alternatifler aramaları olarak düşünülebilir. Halktaki radikal değişim talebi, politikacılar tarafından sömürülerek safsata çözüm hikâyeleri ile daha büyük problemlere sebep olmalarının modern tarihte birçok örneği vardır. 1930 Büyük Buhranı ardından ekonomik ve sosyal açıdan toparlanamayan Alman halkına dirilme vaat eden Hitler, ilk döneminde özellikle altyapı ve askeri alanlarda uyguladığı genişlemeci mali politikalar sayesinde ekonomide bir nevi toparlanma etkisi yaratmıştır. Fakat sıkıntıların başlıca sebeplerinden birisinin Musevi topluluğu olduğu retoriği ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kazançlı çıkma beklentisi ile hareket eden Almanya, modern tarihin en barbarca felaketlerine ev sahipliği yapmış ve harp sonrası iktisadi olarak çöküş yaşamıştır. Yakın tarihten örnek vermek gerekirse, Hugo Chávez sonrası Venezuela’da politik istikrar ve refah vaat eden Nicolás Maduro rejimi, kötü yönetim, yolsuzluk, düşen petrol fiyatları ve petrol ambargosu sebebiyle Venezuela ekonomisinin çöküşüne sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nin 2024 Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın kurmuş olduğu “Güney sınırından gelen işçiler yüzünden fakir kalıyorsunuz” retoriği ise aynı şekilde gelir dağılımından memnun olmayan ve alternatif arayan grubun temeli olmayan önermeler ile daha da fazla radikalleşmesine neden olması, bugünün dünyasında gelir dağılımının politik istikrarsızlık üzerindeki ilave etkileri için örnek gösterilebilir.

Buradaki önemli soru, Türkiye’nin gelir eşitsizliği seviyesinin bu tarz problemleri tetikleyip tetiklemeyeceğidir. Yüksek gelir eşitsizliğinin geçmişte neden olduğu politik sorunlar ve dünyadaki çoğu ülkenin gelir eşitsizliği seviyelerinin tarihi zirvelere ulaşması, beklentisel olarak sorun teşkil etse de ilave bir politik tetiklenme kesinlik taşımamaktadır. Bunun nedeni, iktisadi problemler nedeniyle tetiklenebilecek politik unsurların dönemsel olarak değişiklik göstermesidir. Ancak gelir dağılımındaki olumsuz trendin sürmesiyle birlikte toplumsal kutuplaşma, radikalleşme ve genel anlamda politik istikrarsızlığın netlik kazandığı bir dönem, ilave politik sorunlara gebe olduğumuzun göstergesi olabilir.