Adsız tasarım - 1

“Kulağımda İtfaiyenin Sesi…”: Türkiye’de Yangın Değil, Hizmet Sistemi Yanıyor

Kulağımda itfaiyenin sesi... Eskişehir'deyim. Sirenlerin keskin sesi, rüzgârın uğultusuna karışıyor. Anadolu'nun ortasında bir yangının daha dumanı yükseliyor. Ama bu yangın yalnızca ağaçları, ormanları, canlıları değil; kamu yönetiminin gecikmiş reflekslerini, karmaşık yetki zincirini ve dağınık hizmet modellerini de yakıyor.
Getting your Trinity player ready...

Kulağımda itfaiyenin sesi… Eskişehir’deyim. Sirenlerin keskin sesi, rüzgârın uğultusuna karışıyor. Anadolu’nun ortasında bir yangının daha dumanı yükseliyor. Ama bu yangın yalnızca ağaçları, ormanları, canlıları değil; kamu yönetiminin gecikmiş reflekslerini, karmaşık yetki zincirini ve dağınık hizmet modellerini de yakıyor.

2025 yılı yangınlarla değil, eksikliklerle konuşuluyor. Bu yıl 80.000 hektardan fazla alan kül oldu, binlerce canlı yok oldu. En acı örneklerden biri de ise Seyitgazi’de yaşandı. Yangına ilk müdahale eden beş orman işçisi ve beş gönüllü AKUT çalışanı, canlarıyla bu sistemin aksaklıklarını ödedi. Gerçek şu ki: Türkiye’de artık yalnızca ormanlar değil, kamu hizmetlerinin kendisi de yanıyor.

Yalnızca birkaç aylık veriler bile tabloyu gözler önüne seriyor: 2025’in ilk altı ayında 1.295 orman yangını kayda geçti. Sadece İzmir’de, Haziran sonu ile Temmuz başı arasındaki bir haftada 26.260 hektar ormanlık alan yandı (tr.wikipedia.org, 2025). Türkiye’de 1937–2024 yılları arasında toplamda 126.268 yangın yaşandığı ve yaklaşık 1,9 milyon hektar alanın kül olduğu düşünüldüğünde, 2025 yılı hem yangın sıklığı hem de büyüklüğü bakımından tarihsel ortalamaların çok üzerinde seyretmektedir.

Yangınla mücadelede teknik kapasite her geçen yıl genişliyor gibi görünse de bu artış, sahadaki ihtiyaçla tam örtüşmüyor. 2025 itibarıyla Türkiye’nin hava filosunda 27 yangın söndürme uçağı, 105 helikopter ve 14 insansız hava aracı bulunuyor. Bu araçlar yangınla mücadelede hem müdahale hem de gözetim amaçlı kullanılıyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün açıklamalarına göre ortalama ilk müdahale süresi 11 dakikaya kadar düşmüş durumda; ancak kırsal alanlarda bu sürenin çoğu zaman uzadığı, birçok vaka ile sabit. Kara ekipmanları bakımından 1.786 arazöz, 2.742 ilk müdahale aracı, 831 iş makinesi ve yaklaşık 25.000 personel aktif görev yapıyor. Bunun yanı sıra kayıtlı 131.000 gönüllü var, fakat bu gönüllülerin sahada aktif görev alabilmesi için gerekli yasal çerçeve ve operasyonel düzenek hâlâ eksik. Ancak yangınla mücadeledeki bu kapasite tartışmaları, daha derin ve daha yapısal bir sorunun üstünü örtmemeli: kamu hizmetlerinin yönetsel yeniden yapılanması. 2012’de yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun, büyükşehir belediyelerinin sınırlarını il mülki sınırlarına kadar genişletti; tüm köyler ve beldeler mahalleye dönüştürüldü, il özel idareleri ise lağvedildi. Bu düzenleme, yerelleşmeyi artırması beklenen bir reform olarak sunulmuştu. Ancak uygulamada kırsal alanların kamu hizmetlerine erişimini zorlaştıran, merkezileşmiş ve kırılgan bir idari yapı ortaya çıkardı.

İtfaiye hizmetleri, bu dönüşümden en fazla etkilenen alanlardan biri. Artık yangınla mücadele görevi yalnızca büyükşehir belediyelerinin sorumluluğuna bırakılmış durumda. Ne var ki bu belediyeler, coğrafi olarak çok geniş ve ulaşılması zor alanlara yeterli insan kaynağı, teknik donanım ve lojistik altyapı olmadan hizmet götürmeye çalışıyor. Bu yükün sahadaki etkisi, 2021 yazında yaşanan büyük Ege ve Akdeniz yangınlarında açıkça görüldü. Muğla ve Antalya gibi büyükşehirlerin sınırları içinde yer alan, ancak merkeze uzak ve ormanla iç içe olan kırsal alanlarda çıkan yangınlar, 6360 sayılı Kanun’un kağıt üzerinde kalan düzenlemelerinin sahada nasıl ciddi koordinasyon ve müdahale sorunlarına yol açtığını gözler önüne serdi. Kısacası: Müdahale süresiyle övündüğümüz her dakika, kırsalda gecikiyor. Kapasiteyle övündüğümüz her ekipman, coğrafi erişimle sınanıyor. Ve alınan her yeni araç, yerinde olmayan bir yönetişim modelinin yükünü tek başına taşıyamıyor.

Yangın denildiğinde çoğu zaman akla ormanlar, kırsal alanlar gelir. Oysa son yıllarda yaşananlar gösterdi ki; yangınlar sadece kırsalda değil, kent merkezlerinde de aynı yönetim krizini, aynı ihmal zincirini gözler önüne seriyor. 2025 Ocak ayında Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangını bunun en acı örneklerinden biriydi. Yalnızca alevler değil, sorumluluk zinciri de bir kez daha çöktü. 78 insan hayatını kaybetti. Çünkü kaçamadılar. Çünkü tahliye planı yoktu. Çünkü yangın söndürme sistemleri çalışmıyordu. Çünkü denetimler yapılmamıştı. Ve belki de en çarpıcısı: Kimse “Bu bina gerçekten güvenli mi?” diye sormamıştı. Herkes mevzuata uygun davrandığını savundu. Ama o gece, mevzuat değil insanlar yandı.

Türkiye’de bir felaket yaşandığında ilk sorduğumuz soru hâlâ aynı: “Sorumlu kim?” Bolu Kartalkaya’daki yangında da  belediye “biz bakmadık”, valilik “bizim yetkimiz yok”, bakanlık “talimat verdik”, işletme “kurallara uygunduk” dedi. Tahliye planı olmayan, yangın söndürme sistemleri çalışmayan, denetimsiz bir binada yaşanan bu facia, aslında sistemin çöküşünün resmi gibiydi. Yangın yönetmeliği var ama sadece var. Tatbikat zorunluluğu var ama sadece yazılı. Yetkiler parçalanmış, sorumluluk ise buhar olmuş. Ne bir kamu görevlisi ne de özel sektör temsilcisi, “Bu benim hatamdı,” diyebildi. Bunun yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı ile Bolu Belediye Başkanı arasındaki çelişkili açıklamalar, sorumluluk zincirindeki düğümleri gözler önüne serdi. Bakan, Bolu Belediyesi’nin otelle ilgili itfaiye raporlarının olumlu olduğunu belirtirken, Belediye Başkanı ise 2007’den beri olumlu rapor verilmediğini ve tesisin kendi yetki sınırları dışında, doğrudan bakanlığın ruhsatlandırma ve denetim sorumluluğunda olduğunu savundu. Mevzuattaki kritik nokta şu: Bir işletmeye ruhsat verme yetkisi hangi kurumda olursa olsun – belediye, il özel idaresi ya da bakanlık – itfaiye raporlarının düzenlenmesi belediye itfaiyesinin görevi. Ancak belediye itfaiyeleri, kendi idari sınırları dışında inisiyatif kullanamıyor. Tespit ettikleri eksikliklerde yaptırım yetkisi, ruhsatı veren kuruma ait. Bu karmaşa, Binaların Yangınlardan Korunması Hakkında Yönetmelik gibi mevcut yasal düzenlemelerin sahadaki uygulama zorluklarını ortaya koyuyor. Yangında hayatını kaybeden Çetiz ailesinin dramı ve Bolu Belediyesi Başkan Yardımcısı’nın otel içindeki bir kafeye ilişkin “yangın yönetmeliğe uygun” raporu nedeniyle gözaltına alınması, bu trajik tablonun parçaları. Ancak, Grand Kartal Oteli’nin ruhsatının 1997’de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verildiği ve 2024’teki denetim başvurusundaki usulsüzlükler sonrası şirket tarafından geri çekildiği iddiaları, meseleyi daha da çetrefilli hale getiriyor.

2025, yangınlar yılı oldu resmen. Bolu yangının yanı sıra, Akdeniz ve Ege kıyılarını saran yangınlar ile Sakarya, Eskişehir ve Bilecik’teki ormanlık alanlarda günlerdir süren alevler, yalnızca doğayı değil, aynı zamanda Türkiye’deki hizmet organizasyonunun yapısal sorunlarını da gözler önüne seriyor. Bunların başında Kurumlar arası yetki karmaşası, koordinasyon eksikliği, ulusal standartların belirsizliği ve stratejik planlamadaki boşluklar, yangınla mücadelenin en zayıf halkalarını oluşturuyor. Yangın söndürme uçaklarının yetersizliği, müdahale kapasitesindeki sınırlılıklar ve gönüllü itfaiyeciliğin desteklenmemesi gibi sorunlar ise bu sistemsel aksaklığın sadece görünen yüzü.

İtfaiye teşkilatları artık yalnızca yangına müdahale eden birimler değil; çok yönlü birer acil durum yönetimi kurumu haline gelmiştir. Bugün bir itfaiyeci sadece yangına değil; trafik kazalarına, doğal afetlere, su baskınlarına, göçük ve enkaz kaldırma operasyonlarına, kimyasal ve biyolojik tehlikelere, hatta nükleer risklere ve deniz kazalarına da müdahale etmekle yükümlüdür. Aynı zamanda ilk yardım hizmetleri, ambulans desteği ve hayvan kurtarma gibi insani görevleri de üstlenmektedir. Yani itfaiye, modern toplumun en karmaşık, çok katmanlı risk ortamlarında görev yapan, çok disiplinli bir yapıya dönüşmüştür. Ancak bu dönüşüm, Türkiye’de yönetsel ve hukuki düzeyde tam anlamıyla karşılık bulmuş değil. Oysa dünyaya baktığımızda durum oldukça farklı bir tablo sunuyor. Örneğin, Fransa’da Paris İtfaiyesi (BSPP), 1811 yılından bu yana Fransız Ordusu’nun Mühendislik Kolordusu’na bağlı askerî bir yapı olarak örgütlenmiştir. Yaklaşık 8.500 personeliyle Avrupa’nın en büyük, dünyanın da üçüncü büyük kentsel itfaiye teşkilatıdır. Bu askeri disiplinle hareket eden yapı, yalnızca yangına müdahalede değil, aynı zamanda önleme, denetim ve strateji geliştirme alanlarında da etkili çalışmaktadır. Benzer şekilde, Japonya genelinde itfaiye hizmetleri, Yangın ve Afet Yönetimi Genel Müdürlüğü (FDMA) tarafından merkezi düzeyde yürütülmekte; kurum ulusal standartları, müfredatları ve ekipman normlarını da belirlemektedir. Tokyo İtfaiyesi (TFD) ise bu merkeziyetçi yapının en somut örneklerinden biridir. Yaklaşık 18.400 çalışanı, gelişmiş teknoloji altyapısı, simülasyon merkezleri ve afet modelleme sistemleriyle dünyanın en büyük şehir temelli acil müdahale örgütlerinden biridir. Ayrıca 26.000’den fazla gönüllü personel ile desteklenen bu yapı, görev dağılımını askeri disiplini aratmayacak bir sistem içinde yürütmektedir.

Almanya’da ise itfaiye sistemi, federal yapıya uyumlu olarak profesyonel ve gönüllü unsurların bir arada çalıştığı bir hibrit modelle yürütülmektedir. Nüfusun büyük kısmı gönüllü itfaiyelerle korunurken, lojistik ve ağır teknik görevlerde Technisches Hilfswerk (THW) gibi federal kuruluşlar devreye girmektedir. Eğitimler ise birçok kentte üniversiteler ve yerel itfaiye akademileri aracılığıyla yürütülür. ABD’de ise eyalet sistemine rağmen, Ulusal Yangından Korunma Derneği (NFPA) tarafından belirlenen ulusal standartlara uyum zorunludur. Yangına müdahale süresi, personel güvenliği, ekipman standardizasyonu gibi konular NFPA 1500 ve 1710 gibi belgelerle düzenlenir. Ayrıca, Federal Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) tarafından yürütülen SAFER programı, bu standartların ülke genelinde yaygınlaştırılmasını ve yerel kapasitenin geliştirilmesini amaçlar.

Türkiye’ye döndüğümüzde, karşımıza çok daha dağınık ve zayıf bir tablo çıkıyor. 2006 tarihli Belediye İtfaiye Yönetmeliği dışında, ulusal çapta bağlayıcı ve kapsamlı bir standart mevcut değil. Mevcut yönetmelik ise daha çok üniforma rengi, araç tipi ve sayı gibi temel idari düzenlemelerle sınırlı. Ekipman birliği yok; aynı il içinde dahi farklı belediyelerin itfaiye ekipleri birbirinin hortumuna bile uyum sağlayamayabiliyor. Eğitim programları arasında büyük uçurumlar var; bazı büyükşehirlerde ileri seviye teknik eğitimler verilirken, birçok küçük belediyede itfaiyeciler yangına müdahale eğitimi almadan göreve başlıyor. Hâlâ Türkiye’de 100’ün üzerinde belediyede profesyonel itfaiye teşkilatı dahi bulunmuyor. Bu tablo yalnızca teknik bir eksiklik değil; kurumsal denetim ve kalite güvence sisteminin olmayışıyla birleşince, ciddi bir kamu güvenliği riski doğuruyor. Dahası, bu sorun yalnızca donanımsal değil, statüsel ve hukuksal boyutlarıyla da yakıcı. Kurumlar arası çok başlılık, yerel ile merkez arasında kopukluk, koordinasyon eksikliği, ulusal standartların belirsizliği ve stratejik planlamadaki boşluklar, yalnızca kentlerdeki otel yangınlarında değil; her yaz ormanlarımızı, yaşam alanlarımızı ve toplumsal güven duygumuzu da yakıyor.

Bugün Türkiye’de bir itfaiyeci, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda özel bir hizmet sınıfı olarak tanımlanmamaktadır. “Genel İdare Hizmetleri” kapsamında değerlendirilen bu meslek grubu, aslında en yüksek riskli sahalarda çalışmasına rağmen, ne hukuki güvencelere ne de özel özlük haklarına sahiptir. Bu durum, maaşlardan çalışma saatlerine, izin haklarından emeklilik düzenlemelerine kadar birçok alanda eşitsizlik doğurmakta, personelin motivasyonunu ve mesleki bağlılığını zayıflatmaktadır. Daha çarpıcısı ise şu: Görev başında hayatını kaybeden bir itfaiyeci, otomatik olarak “şehit” sayılmamaktadır. Bu hak, yalnızca istisnai durumlarda ve genellikle siyasi kararlarla sağlanabilmektedir. Oysa elinde hortumla alevlerin arasına koşan, göçük altında kalan birini kurtarmak için enkaza giren, su baskınına müdahale ederken hayatını riske atan bir kamu görevlisinin, hukuken de onurlandırılması ve bu saygının kurumsal olarak güvence altına alınması gerekir. Çünkü bir ülke, insanını kurtaranları koruyamıyorsa; neyin güvenliğinden söz edebiliriz?

İtfaiye teşkilatları artık yalnızca yerel düzeyde hizmet veren birimler değil; afet risklerinin çeşitlendiği ve yoğunlaştığı bu çağda, uluslararası standartlarda örgütlenmiş, stratejik bir kamu güvenliği kurumu olmak zorundadır. Bu dönüşüm yalnızca yapısal değil; aynı zamanda zihinsel bir paradigma değişimi gerektiriyor. Bu yönde atılacak adımların ilki, teşkilatın yasal statüsünün yeniden tanımlanmasıdır. Türkiye’de farklı mevzuatlarla tanımlanan görev alanları, müdahale süreçlerinde çakışmalara ve gecikmelere neden olmaktadır. Bu nedenle itfaiye teşkilatının merkezi bir çerçeveyle tanımlanmış, yerelde güçlü uygulanabilirliği olan bir statüye kavuşturulması şarttır. Ayrıca, eğitim ve donanım eşitliği tüm yurtta sağlanmalıdır. Bugün büyükşehirlerdeki itfaiyelerle küçük ilçe belediyelerindeki birimler arasında insan kaynağı, araç, ekipman ve teknolojiye erişim açısından ciddi uçurumlar vardır. Evrensel hizmet anlayışının gereği olarak, tüm yurttaşların aynı kalitede ve hızda hizmete erişebilmesi için bu farkların giderilmesi gerekir.

Personel özlük haklarının standardizasyonu, yalnızca bir motivasyon meselesi değil; aynı zamanda adaletli bir kamu hizmeti anlayışının temelidir. Farklı idari yapıların farklı özlük hakları uygulaması, itfaiye personelinin aidiyet duygusunu zayıflatmakta; hizmet kalitesini olumsuz etkilemektedir. Aksi takdirde, her yeni felaketin ardından yine aynı cümleleri kuracağız: “Ekip geç geldi, koordinasyon sağlanamadı, müdahale yetersizdi.” Ancak bu kez, bu cümlelerin altına bir kamu görevlisinin adı ve yaşı da eklenecek. Bu yalnızca bir hizmet kusuru değil, kamu yönetiminde ihmalin ve gecikmiş reformların bedelidir.

Bu sistemin sürdürülebilir ve adil hale gelmesi için:

  1. Yerel düzeyde örgütlenme güçlendirilmelidir. İlçe ve belde teşkilatları yalnızca büyükşehirlerden destek bekleyen edilgen yapılar olmaktan çıkarılmalı; kaynak, eğitim ve karar yetkileriyle donatılmalıdır.
  2. Büyükşehirlerde özel yönetim modelleri oluşturulmalıdır. Yangın, sel, kimyasal sızıntı gibi farklı risklere yönelik uzmanlaşmış birimler; koordinasyonu artırmak için merkezî ve yerel birimler arasında köprü işlevi görecek profesyonel müdahale merkezleri kurulmalıdır.
  3. Yetki karmaşası giderilmeli; görev tanımları netleştirilmelidir. AFAD, Orman Genel Müdürlüğü, belediye itfaiyeleri, Sağlık Bakanlığı gibi kurumlar arasında yaşanan görev çatışmaları, müdahale süresini doğrudan uzatmakta ve insan kaybını artırmaktadır.
  4. Ulusal hizmet standartları geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Müdahale süresi, ekipman kalitesi, eğitim sıklığı gibi başlıklarda minimum standartlar belirlenmeli; bu standartlar hem denetlenebilir hem de raporlanabilir olmalıdır.
  5. Stratejik planlar etkin, ölçülebilir ve sonuç odaklı hale getirilmelidir. Sadece belge düzeyinde kalan, uygulanmayan veya performans kriteri taşımayan planlar; sahadaki gerçek ihtiyaca cevap veremez. Her yangın sezonunun ardından planlar revize edilmeli, risk analizleri sürekli güncellenmelidir.
  6. Gönüllü itfaiyecilik için yasal ve kurumsal altyapı oluşturulmalıdır. Afet anında ilk müdahale çoğu zaman yerel gönüllüler eliyle yapılmaktadır. Bu kişilerin eğitimi, sigortalanması, haklarının güvence altına alınması ve sisteme entegrasyonu artık zorunludur.
  7. Sivil toplum sürece yalnızca gözlemci olarak değil; denetleyici ve belirleyici aktör olarak dâhil edilmelidir. Yangın öncesi bilinçlendirme kampanyalarından, yangın sonrası hesap verilebilirliğe kadar, sivil toplumun katılımı sistemin şeffaflığını ve kamu güvenini artıracaktır.
  8. Erken uyarı sistemleri, termal kameralar, dron teknolojileri ve yapay zekâ destekli analiz araçları hizmete entegre edilmelidir. Teknoloji yalnızca müdahaleyi hızlandırmakla kalmaz; riskin önceden tespit edilmesini ve kaynakların daha stratejik biçimde kullanılmasını sağlar.

En azından ben bu yazıyı yazarken Eskişehir’de alevlerin dumanı hâlâ tütüyor. Bu yalnızca bir yangın değil; bu, bir yönetişim yangınıdır. Her geç müdahale yalnızca doğayı değil, kamu vicdanını da yakıyor. Yangınlar bize bir gerçeği tekrar hatırlattı: İtfaiye, sadece bir hortum değil; bir kamu hizmeti vizyonudur. Kurumlar yanıyorsa, kim söndürecek? Çünkü bir gün değil, her gün “kulağımızda itfaiyenin sesi” olacaksa; bu ses korkunun değil, güvenin sesi olmalı.

Kaynakça

  • AŞI Gazetesi. (2025). Türkiye’de yangınla mücadelede müdahale süresi tartışmaları. https://asigazetesi.com/
  • (2025). Orman yangınlarıyla mücadelede hava filosu ve gönüllülerin durumu. https://gzt.com
  • Hepsiveri.com (2025). 1937–2024 arası Türkiye yangın istatistikleri. https://www.hepsiveri.com
  • wikipedia.org. (2025). 2025 Türkiye orman yangınları listesi. https://tr.wikipedia.org/wiki/2025_Türkiye_orman_yangınları