Ülkeler Arası Refah Farklılıkları: Akademinin Getirdiği Açıklamalar

Toplum Çalışmaları Enstitüsü nezdinde bugüne kadar Türkiye ekonomisine dair üç yazım yayınlandı. Bu yazılarda gerek küresel ölçekte gerekse ülkemizde yaşanan ekonomik gelişmelere ilişkin tabloyu ortaya koymaya çalıştım.

Toplum Çalışmaları Enstitüsü nezdinde bugüne kadar Türkiye ekonomisine dair üç yazım yayınlandı. Bu yazılarda gerek küresel ölçekte gerekse ülkemizde yaşanan ekonomik gelişmelere ilişkin tabloyu ortaya koymaya çalıştım.

Bu üç yazıyı özetlemek gerekirse; Türkiye, kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) gibi ekonomik göstergelerin önemli bir ivme kazandığı dönemde dahi, aynı gelir grubunda kalmaya devam etmiştir. Ayrıca, kendi gelir grubundaki ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye’nin ekonomik performansının bahse konu grubun ortalamasından olumlu anlamda ayrışmadığı görülmektedir. Dahası, son 20 yıldır Türkiye ekonomisinin sektörel yapısı, üst gelir grubuna mensup ülkelerin sektörel yapısından uzaklaşmaktadır. Öte yandan, gelişmiş ülkeler ile dünyanın geri kalanı arasındaki gelir farkının giderek açıldığı da dikkat çekmektedir.

Bu analizler, bugüne kadar Türkiye’nin ekonomik performansına ilişkin mevcut tabloyu ortaya koymuş olsa da, daha müreffeh bir ülke olabilmemiz için atılması gereken adımlara dair henüz bir değerlendirme sunmamıştır. Bu kapsamda bir değerlendirme yapabilmek ve ülkemizin ekonomik performansına dair sağlıklı önerilerde bulunabilmek için öncelikle sosyal bilimlerde ortaya atılmış bazı temel teorileri özetlemek faydalı olacaktır. Zira ülkeler arasındaki refah düzeyi farklılıklarını açıklamaya çalışan bu teoriler, öneriler üzerinde çalışırken başlangıç noktası teşkil etmektedir.

İktisat ve dha spesifik olarak makroekonomi alanına ek olarak, sosyal bilimlerin temel uğraş alanlarından biri, “Neden bazı ülkeler zenginken diğerleri yoksuldur?”, “Yoksul toplumların daha müreffeh hale gelmesini engelleyen kısıtlar nelerdir?” ve “Reel ekonomik büyümenin kaynakları nelerdir?” gibi sorulara yanıt aramaktır. Bu yazıda, bugüne kadar bu alanda geliştirilmiş önemli teorilere genel bir bakış sunmaya çalışacağız. Bundan sonraki 4-5 yazıda ise bu teorileri detaylandıracağız. Serinin sonunda, Türkiye’nin kalkınma sürecinde atılması gereken adımlara dair çözüm önerileri sunacağız.

Yukarıda yer verilen temel sorulara iktisatçıların geliştirdiği teorilerle başlayalım. Ekonomik büyüme sürecinin analizi, başta Adam Smith, Thomas Malthus ve David Ricardo olmak üzere İngiliz klasik ekonomistlerinin çalışmalarının temel çalışma alanlarından biriydi. Klasik büyüme teorisine göre ekonomik büyüme, sermaye birikimi ve iş bölümündeki uzmanlıktan elde edilen kârın yeniden dağıtılması sonucu meydana gelmektedir. Bu model iktisat tarihi bakımından kıymetli olsa da, güncel bazı ekonomik gelişmeleri açıklama konusunda yetersiz kalmaktadır.

Literatürde “Neo-Klasik Büyüme Teorisi” olarak adlandırılan ve Robert Solow ile Trevor Swan tarafından birbirine yakın zamanlarda fakat bağımsız olarak geliştirilen teoriye göre, ekonomik büyümenin temel unsurları sermaye birikimi, emek ve emek verimliliğidir[1]. Teoriye göre uzun vadeli ekonomik büyüme, emek verimliliğindeki sürekli artış ile mümkündür. Literatürde “emek verimliliği” kavramı, genellikle teknolojik ilerlemeye atıf yapacak şekilde ele alınmıştır (Romer, 2019). Bu modelin temel eksikliği, bir ekonomide emek verimliliğinin, yani teknolojik ilerlemenin nasıl geliştiğine dair bir açıklama getirmemesidir. Söz konusu model teknolojik ilerlemeyi model dışında belirlenmiş bir parametre olarak denkleme dahil etmektedir.

İlerleyen yıllarda söz konusu teoriyi temel alan ve kendi içerisinde daha açıklayıcı olma iddiasını taşıyan modeller geliştirilmiştir.[2] Öncekilerden farklı olarak bu modeller, emeğin etkinliğini, yani teknolojik ilerlemeyi kapsamlıca ele alarak bu ilerlemenin zaman içerisinde nasıl geliştiğini çeşitli modelleme yöntemleriyle  açıklamaya odaklanır. Teorik olarak teknolojik ilerleme; beşeri sermayeye yapılan yatırımlar, inovasyon ve bilginin yayılımı yoluyla gerçekleşir. Bu üç süreci paralel olarak etkin bir şekilde yürütebilen ülkeler, sürdürülebilir ekonomik büyüme elde edebilir.

Yukarıda tanıtılan teorilere karşılık zaman içerisinde ‘’kurumlar’’ın önemini vurgulayan teoriler geliştirilmiştir.[3] Bu teoriye göre ekonomik büyüme, yalnızca sermaye birikimi ve teknolojik ilerlemenin bir fonksiyonu değildir. Bunun yerine, uzun vadeli ekonomik büyümenin temel belirleyicisi kurumlardır. Burada “kurumlar” kavramı ile kast edilen; bir toplumda ekonomik, siyasal ve sosyal etkileşimleri şekillendiren her türlü kuraldır. Örneğin, mülkiyet hakları, hukukun üstünlüğü ve düşük yolsuzluk seviyeleri ekonomik büyümeyi destekleyen kurumlar olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu tür kurumların var olduğu ve yeni ekonomik gerçekliklere uyarlanabildiği toplumlar, sürdürülebilir ekonomik büyüme elde etmektedir.

Ülkeler arasında oluşan ekonomik eşitsizliği açıklamak için ortaya atılmış bir diğer kuram, eşitsizliğin coğrafi farklılıklar tarafından belirlendiğini ileri sürmektedir.[4] Afrika, Orta Amerika ve Güney Asya’da yer alan çoğu fakir ülke Yengeç Dönencesi ve Oğlak Dönencesi arasında yer alır. Buna karşılık zengin ülkeler genelde ılıman kuşaktadır. Ülkeler arasındaki refah farkının bu coğrafi yoğunlaşması, kalkınma iktisatçıları başta olmak üzere sosyal bilimcilerin bahse konu kuramı geliştirmelerinde başlangıç noktası olmuştur.

İktisatçılar gibi, sosyologlar da ekonomik büyümeye yönelik teoriler geliştirmiştir. Bazı sosyologlar toplumların refah düzeyleri arasındaki farkın açılmasında başat rol oynayan kapitalizm ve sanayi devriminin ortaya çıkması gibi gelişmelerin neden Doğu toplumları yerine Batı Avrupa toplumlarında meydana geldiği sorusuyla ilgilenmiştir. Bazılarına göre kültür, bunda rol oynayan en önemli unsurdur.[5] Örneğin, Weber’e göre batı toplumlarında çalışmayı kutsayan ve servet birikimini önceleyen ve kaynağını Protestanlık’tan alan bir tutumun benimsenmesi, kapitalizmin Batı Avrupa’da ortaya çıkmasına sebep olmuştur ve toplumlar arasındaki kültür farkına işaret etmektedir.

Bu alanda ortaya atılan bir diğer teori, Sanayi Devrimi Öncesi Avrupası’nda ekonomik değişimin altında yatan temel faktörlerin sınıf ilişkileriyle ilgili olduğudur.[6] Söz konusu teoriye göre ekonomik büyümenin öncül belirleyicisi tek başına coğrafya, kaynaklar veya ticaret dengesi olmaktan ziyade; daha çok toplumların üretimi ve artı değerin dağılımını nasıl organize ettiğine dayanır.

Özellikle, Ortaçağ Avrupası’ndaki toprak mülkiyeti ve artı değerin çıkarılma biçimlerindeki farklılıkların, Batı ve Doğu Avrupa arasındaki serfliğin farklı hız ve şekilde evrimini ve kapitalizmin gelişimini açıklayabileceği öne sürülmektedir. Dolayısıyla söz konusu teori, sınıf ilişkilerinin ve sınıf gücünün uzun vadeli gelir dağılımı ve ekonomik büyüme üzerindeki belirleyici rolünü savunmaktadır.

Bu yaklaşımlara karşılık Kenneth Pomeranz, Avrupa’nın sanayileşmede neden öncü olduğuna yönelik geleneksel Avrupa-merkezci açıklamalara meydan okuyan bir teori geliştirmiştir.[7] Söz konusu teori Avrupa’nın kurumlar, kültür veya çalışma ahlakı açısından benzersiz bir avantaja sahip olduğu ve Avrupa’nın yükselişinin kaçınılmaz olduğu fikrine karşı çıkmaktadır. Bu görüş; tarım, verimlilik, yaşam standartları ve piyasa yapıları açısından, Çin ve Avrupa’nın aslında 1800’lü yıllara kadar benzer konumda olduğunu savunur.

Buna karşılık Yeni Dünya’nın (Amerika kıt’ası) sağladığı tarım alanları, gıda ve ham madde (pamuk, şeker, gümüş, kömür gibi) gibi kaynaklar, Avrupa’daki iş gücünü serbest bırakarak sermaye birikimini kolaylaştırmış ve sanayileşmeyi desteklemiştir. Dolayısıyla Pomeranz’a göre Avrupa’nın sanayileşmesi kültürel veya kurumsal üstünlükten kaynaklanmamış; tarihî tesadüfler ve coğrafi avantajlara (kömür ve sömürgeler) bağlı olarak gerçekleşmiştir. Bu bakış açısını savunan iktisat tarihçileri, Pomeranz ile sınırlı değildir.

Bu yazıda, ülkeler arasındaki ekonomik farklılıkları açıklamaya çalışan teorileri ana hatlarıyla yansıtmaya çalıştım. Şüphesiz, sosyal bilimlerde bugüne dek ortaya atılan teorileri tek bir yazıda ele almam mümkün değil. Ancak temel amacım, bu alandaki teorik tartışmaları, mümkün olduğu kadar farklı perspektifler sunarak yansıtmaktı. Önümüzdeki yazılarda bu teorileri detaylandırarak ele alacak ve takip eden yazılarda ise Türkiye’nin ekonomik kalkınması için hangi adımların atılması gerektiğine dair önerilerde bulunacağız.

Kaynakça

[1] Solow, R.M. (1956). A contribution to the theory of economic growthThe Quarterly Journal of Economics, [online] 70(1), pp.65–94. Available at: http://piketty.pse.ens.fr/les/Solow1956.pdf.

  1. W. Swan, (1956). Economic Growth and Capital Accumulation, Economic Society of Australia, vol. 32(2), pages 334-361, November.

[2] Romer, P. M. (1986): “Increasing Returns and Long Run Growth,” Journal of Political Economy, 94, 1002–37.
Romer, P. (1989): ‘’Human Capital and Growth: Theory and Evidence’’ NBER Working Paper Series, No:3173.
Lucas, Robert E. (1988): “On the Mechanics of Economic Development,” Journal of Monetary Economics, 22, 3–42.

[3] North, D. C. (1986), “The New Institutional Economics”, Journal of Institutional and Theoretical Economics, 142(1): 230-237.
North. D. C. (1990). ‘’ Institutions, Institutional Change and Economic Performance’’. Cambridge University Press

[4] Gallup, J. L., Sachs, J. D., & Mellinger, A. D. (1999). Geography and Economic Development. International Regional Science Review22(2), 179-232.

Krugman, P. (1991). Increasing Returns and Economic Geography. Journal of Political Economy99(3), 483–499. http://www.jstor.org/stable/2937739

[5] Weber, M. (2001). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism, Routledge, 320 Pages
Landes, D., (1998). The Wealth and Poverty of Nations: Why Some Are So Rich and Some So Poor, New York: W.W. Norton, 544 pp.

[6] Robert Brenner, (1976), Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-Industrial Europe, Past & Present, Volume 70, Issue 1, Pages 30–75, https://doi.org/10.1093/past/70.1.30

[7] Pomeranz, K. (2001), The Great Divergence: China, Europe, and the Making of the Modern World Economy, Princeton University Press, Princeton, New Jersey.