Türkiye’de Servet Vergisinin Geleceği

Türkiye ve Dünya'da gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerde meydana gelen ve örneği daha önce görülmemiş artışlar devletin gelir ve servet dağılımını düzeltmekteki rolünü bir kez daha gündeme getirdi.

Türkiye ve Dünya’da gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerde meydana gelen ve örneği daha önce görülmemiş artışlar devletin gelir ve servet dağılımını düzeltmekteki rolünü bir kez daha gündeme getirdi. Bu tartışmaların önemli bir kısmı servet vergisi uygulamalarını gözden geçirmeyi önerirken, servet vergisinin iktisadi etki ve sonuçları konusunda, zaman zaman birbiriyle çelişen, pek çok farklı görüş de ortaya atıldı. Bu yazıda, öncelikle, bir iktisatçı bakış açısıyla servet vergisi uygulamalarını, amaçları ve yaratması olası mali ve iktisadi etkileriyle birlikte ele alacağız. Yazının son bölümünde Türkiye’nin izlediği ekonomi politikalarının ve Orta Vadeli Program (OVP) hedeflerinin ışığında Türkiye’de bir servet vergisinin uygulanıp uygulanamayacağını tartışacağız.

Servet vergisi nedir, nasıl toplanır?

Vergi bir vatandaşlık görevi olması ve günlük iktisadi hayatımızın her alanında karşımıza çıkması sebebiyle hepimizin aşina olduğu bir kavram. Ancak, herhangi bir vergiyi öderken bunun neden belli bir şekilde toplandığını pek düşünmeyiz. Ne var ki, ortaya çıkaracağı iktisadi etkileri anlamak adına, verginin nasıl toplandığı, en az ne kadar toplandığı kadar önemli bir rol oynamaktadır. Bu amaçla, ilk olarak vergileri konusuna, yani; hangi iktisadi eylem ya da durum üzerinden toplandığına, göre temelde üç gruba ayırabiliriz: gelir üzerinden toplanan vergiler (gelir vergisi, kurumlar vergisi vb.), harcamalar üzerinden toplanan vergiler (KDV, ÖTV vb.) ve servet üzerinden toplanan doğrudan vergiler. Bu farklı vergi türlerinin yaratacağı iktisadi etkileri anlamak için ilk olarak gelir, harcama ve servet arasındaki basit ilişkiyi gözümüzün önüne getirelim. İktisadi anlamda gelir bir bireyin sahip olduğu üretim faktörlerinin (işgücü, sermaye, doğal kaynaklar gibi) üretime katılmasıyla elde ettiği getiriyi ifade eder. Bu gelirin iki temel işlevinden bahsedilebilir: elde edilen gelir harcamalarda kullanılabilir ya da tasarrufa dönüştürülebilir. Bir başka ifadeyle, “gelir – gelir vergisi = harcama + servetteki net değişim” eşitliğinden söz edebiliriz.

Bu üç kavram arasındaki ilişkiyi göz önüne aldığımızda -ve kayıt dışılığın olmadığı bir dünyada- harcama ve servet üzerinden alınan vergileri ikincil vergiler, yani; vergilendirilmiş gelir üzerinden tekrar toplanan vergiler olarak değerlendirebiliriz. Burada servetin iki taraflı rolünün altını çizmekte fayda var. Servet her ne kadar vergilendirilmiş gelirin biriktirilmesiyle meydana gelmiş olsa da sermaye olarak kullanıldığında aynı zamanda gelir yaratma kapasitesi de taşımakta ve böylece bir üretim girdisi rolü de oynayabilmektedir. Dolayısıyla, servet vergisi dediğimizde servetin yarattığı gelir üzerinden toplanan vergi türlerini değil, mülkiyet üzerinden alınan vergileri kastediyoruz. Öyleyse bu tarz vergiler, tahakkuk eden gelir üzerinden değil, bir kişi veya ailenin sahip olduğu varlıkların değeri üzerinden ödenen vergilerdir (Gruber, 2015). Dolayısıyla, servet vergisi kişinin kendi birikimleriyle oluşturduğu serveti sebebiyle ya da var olan servetin el değiştirmesi yoluyla ortaya çıkabilir.

Dünya genelinde servet vergisi uygulaması yaygın olmamakla birlikte genelde iki şekilde toplanmaktadır. Birincisi, “Net Servet Vergisi” olarak adlandırılan ve vergi matrahının kişilerin sahip oldukları servet miktarından borçlarının çıkarılması yoluyla hesaplandığı yöntemdir. Bir diğer yöntem ise sadece belli servet türlerinin vergilendirildiği “Kısmi Servet Vergisi” olarak adlandırılabilecek yöntemdir. Türkiye’de 1940’larda kısa bir süre için uygulanıp yürürlükten kaldırılan Varlık Vergisi bir tarafa bırakılırsa, Türkiye’nin servet vergisi uygulamasının ikinci yönteme daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV), Emlak Vergisi ve Veraset ve İntikal Vergisi Türkiye’deki servet vergisi uygulamalarının temel örnekleridir ve bunları kısmi servet vergisi uygulaması olarak düşünebiliriz. Bunlara ek olarak, 2019 yılında yürürlüğe giren değerli konut vergisi de bir servet vergisi türüdür.

Uygulama ülkeden ülkeye değişse de servet vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı genelde düşük kalmaktadır. Aşağıdaki grafikte göründüğü gibi, 2022’de OECD ülkelerinde servetle ilişkili vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı birkaç ülke dışında %10’un altında kalırken Türkiye’de bu oran %3,5 civarındadır. Her ne kadar 2023 yılında yalnızca bir kereye mahsus olarak toplanan ikinci MTV ödemesi bu oranı bir miktar değiştirmiş olsa bile genelde servet vergisi gelirlerinin çok büyük bir paya sahip olduğunu söyleyemeyiz.

Kaynak: OECD, https://www.oecd.org/en/data/indicators/tax-on-property.html

Gelir vergisi dururken?

OECD verilerine baktığımızda gelir, kâr ve sermaye getirileri üzerinden alınan vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payının Türkiye’de 2022 için %33,7 olduğunu görüyoruz. ABD için bu oran %90’ın üzerindeyken Almanya, Fransa gibi gelişmiş Avrupa ekonomilerinde bu oran %50 civarında yer almaktadır. Peki, Türkiye’de gelir vergisinin payının bu kadar düşük olmasının sebebi nedir? OECD raporuna göre, Türkiye 2022’de, Şili, Kolombiya, Macaristan ve Litvanya’yla birlikte tüketim vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payının %40’dan fazla olduğu 5 OECD ülkesinden birisidir (OECD, Consumption Tax Trends, 2022). Peki bu vergi yapısının iktisadi çıktılar açısından etkisi nedir? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle devletin “iktisadi” amacını anlamamız gerekir. Kamu ekonomisi açısından devletin iktisadi görevini pastayı büyütmek ve “mümkün olduğunca” eşit parçalara bölmek şeklinde özetleyebiliriz. Ne var ki, genelde pastanın büyüklüğüyle dilimlerin ne kadar eşit olduğu arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Bir başka deyişle, daha eşit bir kaynak dağılımı çoğunlukla etkinlik kayıplarıyla sonuçlanır. Örneğin servetten vergi alınması bir yandan kaynak dağılımını daha eşit hale getirebilecekken diğer yandan servet sahiplerinin vergiden kaçınmak adına kaynaklarını yurtdışına çıkarması yatırımları ve üretimi azaltarak ülke ekonomisi için bir etkinlik kaybına yol açabilir.

Etkinlik ve eşitlik arasındaki ödünleşimin bir başka boyutu da yine verginin nasıl toplandığıyla yakından alakalıdır. Gelir, harcama ve birikim davranışları her ne kadar birbirleriyle yakın ilişki içinde olsalar da farklı gelir gruplarının harcama ve tasarruf kararları birbirinden çok farklıdır. Bu anlamda, verginin gelir üzerinden toplanması hem gelirin ekonomik refahın temel bir göstergesi olması hem de gelir vergisinin yaratacağı eşitlik ve etkinlik etkilerinin daha kolay anlaşılabilmesi sebebiyle politika yapıcılar tarafından tercih edilir olmalıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gelir vergisinin payının düşük kalmasının temel sebebi, kayıt dışılığın yaygın olduğu ekonomilerde gelir vergisinin toplanmasının zorluğudur. Bu tip ekonomilerde bir başka problem ise düşük tasarruf oranlarıdır. Bu sebeple, gelir vergisi uygulaması önündeki engeller bu ekonomilerde tüketim ve harcama üzerinden alınan vergilerin önemini arttırmaktadır.

Servet vergisi neden toplan(ma)malıdır?

Son dönemde, gelir ve servet dağılımında küresel anlamda ortaya çıkan bozulmalar ve en zengin %1’lik kesimin toplam gelir ve servetin çok büyük bir kısmına sahip olması gelişmiş ekonomiler için servet vergisi uygulamalarını yeniden gündeme getirdi. Bu konuda iki farklı yaklaşımı değerlendirmek mümkün. Bunlardan ilki gelir ve servet dağılımının yaratacağı sosyo-politik etkilerin altını çizerek servet dağılımındaki eşitsizliğin doğru dizayn edilmiş geri-dağıtımcı bir servet vergisiyle düzeltilmesi gerektiğini öne sürer. Bu görüşün temel savı, özellikle servet dağılımında en tepede yer alan bireylerin gelir vergisinden kaçınabilecek yollar izlemesidir. Özellikle büyük şirketler söz konusu olduğunda, bu şirketlerin ortakları için gelir vergisinden kaçınmanın bir yolu, şirket kârının var olan gelir vergilerinden kaçınacak şekilde şirkete yatırım olarak aktarılmasıdır. Dolayısıyla servet vergisi bu tarz geliri vergilendirmenin bir yolu olarak düşünülebilir.[1]

Peki servet vergisi uygulanırsa ne olur? Burada, gelirle servet arasındaki temel fark servet vergisinden kaçınmanın, gelir vergisinden kaçınmaktan nispeten daha kolay olmasıdır. Özellikle taşınabilir servet söz konusu olduğunda servet vergisi uygulaması ülke içindeki sermayenin yurtdışına kaçmasıyla yatırımların ve üretimin düşmesi sonuçlarını ortaya çıkarabilir. Yine aynı şekilde, kayıt dışılığın yaygın olduğu ekonomilerde servet vergisi uygulamaları kayıt dışı üretimi özendirebileceği gibi beraberinde kayıt dışı istihdamı arttırarak vergi sonrası gelir dağılımı üzerinde de olumsuz etkilere neden olabilecektir. Aynı zamanda, olası bir servet vergisi ağırlıklı olarak kayıtlı üretime katkıda bulunan servet sahiplerini etkiler. Dolayısıyla, kaynak dağılımını düzeltmeyi amaçlayan bir servet vergisi uygulaması günün sonunda kayıtlı üretimin daralmasına ve gelir dağılımının daha da bozulmasına neden olabilir.

Türkiye bir servet vergisi uygulayabilir mi?

Türkiye’nin uzun zamandır içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve ortaya çıkan bütçe açıkları ülkemizdeki vergi yükünün toplumun farklı kesimleri tarafından nasıl paylaşıldığı konusunu tekrar gündeme getirdi. Gelir ve tüketim vergileri toplamının toplam vergiler içindeki payının %75’lere geldiği düşünüldüğünde servet içindeki payı sıfıra yakın olan geniş kesimler açısından servet vergisi fikrinin neden ilgi çekici olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek. Ne var ki, modern kamu iktisadı penceresinden baktığımızda, servet vergisinin yaratacağı etkilerin düşük gelirli kesim üzerinde yaratacağı dolaylı etkileri kestirmek çok mümkün görünmüyor. Dahası, yaygın iktisat öğretisi bu tarz vergilerin orta ve uzun vadede servet vergisi uygulamasının amacına ters çıktılara yol açabileceğini de gösteriyor.

2023 yılında tekrar göreve gelen Sayın Mehmet Şimşek’in görevi devralırken yaptığı “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır.” açıklaması Türk mali yapısının yaygın iktisat geleneğine uygun politikalara yöneleceğini işaret ediyor  (Euronews, 2024). Buna paralel olarak, Strateji ve Politika Başkanlığı’nın Eylül’de yayımladığı OVP’de servet kelimesinin bir kere bile kullanılmamış olması ve kaynak dağılımında fiyat istikrarının ve kayıtlı istihdamın teşvik edilmesinin öncül hedefler olarak vurgulanması, planlanan programın servet vergisinin yaratabileceği olumsuz etkileriyle ilgili özetlediğimiz görüşlerle örtüştüğünü gösteriyor. Ülkedeki tasarruf ve yatırım oranlarının düşüklüğü de bu resme eklendiğinde, büyüme ve enflasyon hedeflerinin gerçekleşmesini tehlikeye atacak bir servet vergisi güncel ekonomi aklının kısa ve orta vadede değerlendirmeye alacağı bir uygulama gibi görünmüyor.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Sayın Mehmet Şimşek yönetimindeki maliye politikasının en azından yakın ve orta vadede evrensel bir servet vergisi uygulamasına yönelmeyeceğini düşünebiliriz. Bu görüşe istisna olarak, değerli konut vergisi gibi kısmi servet vergisine dahil sayılabilecek bazı uygulamalar ortaya çıkabileceği gibi var olan servet vergilerinin oranlarında değişiklikler yapılabilir. Ancak bu tarz politikaların ülkedeki kaynak ve servet dağılımına katkısı görece kısıtlı olacaktır.

Kaynaklar

[1] “2025-2027 Orta Vadeli Program”, T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (2024), https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2024/09/Orta-Vadeli-Program_2025-2027.pdf

[2] “Taxing the Superrich”, Emmanuel Saez ve Gabriel Zuchman (2020), Boston Review, https://www.bostonreview.net/forum/gabriel-zucman-taxing-superrich/

[3] “Mehmet Şimşek’ten ilk açıklama: Rasyonel bir zemine dönme dışında seçenek kalmamıştır.”, Euronews (2023), https://tr.euronews.com/2023/06/04/mehmet-simsekten-ilk-aciklama-rasyonel-bir-zemine-donme-disinda-secenek-kalmamistir

[4] “Consumption Tax Trends 2022”, OECD (2022), https://www.oecd-ilibrary.org/taxation/consumption-tax-trends-2022_6525a942-en

[5] “Public Finance and Public Policy (5. Basım)”, Jonathan Gruber (2015), https://www.amazon.com/Public-Finance-Policy-Jonathan-Gruber/dp/1464143331

Dipnot

[1] Servet vergisi uygulamasının ABD için gerekli olduğunu savunan ve önde gelen kamu ekonomistlerinden olan Emmanuel Saez ve Gabriel Zucman’ın bu konudaki “Taxing the Superrich” başlıklı yazısını ilgili okuyucular için şiddetle tavsiye ederim.