Teo-Milliyetçilikler ve Trump’ı Anlamak

Trump “Benim başkanlığım Tanrı’nın planının bir parçası” derken Tanrı’nın sonsuz planını yer yüzünde gerçekleştirdiğine inanıyor.

Öncelikli olarak Teo-Milliyetçilik kavramının kulaklarınızı tırmaladığının farkındayım. Bu nedenle işe kavramsal bir çerçeve çizerek başlamak yerinde olacaktır. Milliyetçiliğe farklı ön ekler getirmek doğru mu sorusundan başlayalım. Etnik ve sivil milliyetçilik, kültürel ve politik milliyetçilik olmak üzere birçok farklı milliyetçilik tiplerinden bahsedilebilir. Nasıl dünya tarihinde tek tip bir modernleşmeden ve ulus devlet tipinden bahsedemiyorsak tek tip bir milliyetçilikten de bahsetmek mümkün gözükmüyor. Bazen de milliyetçiliği “Rus Milliyetçiliği”, “Amerikan Milliyetçiliği” ve “Türk Milliyetçiliği” gibi bir ulusa nispet ederiz. Tüm bunlar bize modernite gibi milliyetçiliğin de bağlamsal olduğunu, bir yere, zamana veya yaklaşıma ait olarak farklı ön ekler alabileceğini gösterir. Çünkü hava gibi milliyetçilik de hem her yerde bulunur hem de yakalanması oldukça zordur. Küresel sisteme, devletlere, insanların davranışlarına nüfuz eder ve hem muhafazakâr hem de devrimci bir güç olarak görülebilir. Bazen statükoyu tehdit eder bazen de onu besler. Bir zamanlar tabutuna son çivi çakılarak tarihin çöplüğüne gönderildiği iddia edilmiş olsa da şimdilerde milliyetçilik her yerde yeniden yükselişte gözüküyor. Bu açıdan bakıldığında dini ya da seküler gibi milliyetçiliğe ön ek getirmenin temelde sorun olmadığını söyleyebiliriz.

Bu yazıda milliyetçilik konusunu tartışma alanı haline getirmeyeceğim. İlgilendiğim asıl mesele: son zamanlarda sekülerleşme tezi ile ilgili olarak gündeme gelen dini milliyetçiliği ve onun yükselişini anlamaya çalışmak… Bilindiği gibi yeni sekülerleşme tezi modernizm ile dinin ortadan kalkacağı ya da daha görünmez olacağı tezine meydan okudu. Din hayatımızdan bırakın çekip gitmeyi hayatımızda daha fazla görünür hale gelmeye başladı. Bu da bilinen aydınlanmacı sekülerleşme tezinin yeniden düzeltilerek kullanılmasını kaçınılmaz kıldı. Artık sekülerleşme dinin görünmez olmasını, din karşıtlığını ya da dinin kamusal alandan sürgün edilmesi gerektiği iddialarını taşımıyor. Bu açıdan sekülerleşme tezi din-devlet ayrılığı anlamıyla hukuki laiklik iddiasından da ayrışıyor. Sekülerleşme tezi bireyin gündelik yaşam içinde inşa ettiği yaşam tarzı ve alışkanlıklarla dini daha az referans alması anlamına geliyor. Din elbette hâlâ görünür, birey tarafından atıf alıyor ama sonunda birey gündelik yaşam içinde dini atıflarını bile daha dünyevi hizmetler için yeniden kullanıma dönüştürüyor. Bu nedenle yeni sekülerleşme tezi dini dışlamıyor, dini olanı da dönüştürüyor.

Bu durumda dinin yerini alması gerektiğini düşündüğümüz seküler milliyetçilik de anlam kaybına uğruyor. Zira kutsal ile seküler alanlar yeni sekülerleşme tezinde daha da flulaşıyor. Söz gelimi bireyler Tanrı inancını yok saymıyor ama bir dine inanmaya da gerek duymuyor. Bu durumu ifade eden unaffiliated/bağlantısızlar seçeneğinin toplumlarda artmasının anlamı da bu. Pew Research araştırmaları Amerika dahil olmak üzere tüm dünyada bir dine inanmadan bir inanca sahip olduğunu beyan eden insanların yükseldiğini gösteriyor.

[1] Yani Hristiyan, Müslüman, Yahudi veya Budist değil, bir dini öğretiye ait hissetmiyor ama inancım var diyor. İşte yeni sekülerizm için söylememiz gereken tam olarak bu, dini-metafizik olan hayattan tam olarak çıkmıyor, çıkmasına da gerek kalmıyor.

Hayatımızda dinin daha fazla görünür olmasıyla birlikte din modernizm içinde yeniden form değiştirerek seküler bir veçhe kazanmaya başladı. Din bugün geleneksel formlarıyla var olmuyor. Cemaatler holdingleşiyor, vaazlar youtuber fanlarına dönüşüyor, Kült inançlarla geleneksel inançlar Qanon gibi melez yeni yapılar oluşturuyor. Dini kuralları gündelik hayatta uygulamaya gerek duymadan dini talepleri savunan toplumsal hareketler doğuyor. Din ve dini formlar özellikle neoliberalizm ve küreselleşmenin yerinden ettiği düşünülen toplumsal-ekonomik ve siyasi düzeni, yeniden kurmak için göreve çağırılıyor. Yeni bir ideoloji doğuyor aslında. Ve bu ideolojik forma Batı’da dini milliyetçilik veya Hristiyan milliyetçilik etiketi konuyor. Fakat son zamanlarda aslında bunun Amerika veya Batı’ya özgün olmadığı aslında Rusya’da, Hindistan’da, İsrail’de belki Türkiye’de benzer süreçlerin yaşandığı iddia ediliyor. Bu yüzden ben bunu “Teo-Milliyetçilik” olarak adlandırmayı uygun görüyorum. Peki nedir bu Teo-Milliyetçilik?

1. Teo-Milliyetçilik

İngilizcesi Theo kelimesinin Türkçesi olan Teo kelimesi Yunanca “theos”dan türetilmiştir ve Tanrı anlamına gelir. Dini milliyetçilik yerine Teo-Milliyetçilik kavramını tercih etmemin nedeni de din kelimesinin anlamının belirsizliği. Bunun yerine Tanrı kelimesi hem birçok farklı dini kapsıyor hem de Tanrı’nın tarihe müdahale ettiği ve bir ulusu seçtiği gibi daha kurtuluşçu bir vizyonu içeriyor. Dini milliyetçilik dediğimizde son zamanlarda özellikle aklımıza Amerika ve Trump geliyor. Teo-Milliyetçilik kavramının hem Amerika için hem de Amerika dışındaki dini milliyetçilikler için kullanılabileceğini düşünüyorum. Ayrıca bu adlandırma bizi neoliberal ve sol jargonun “aşırı sağ milliyetçilik” gibi oldukça renksiz ve ideolojik tanımından da kurtaracaktır. Trump’ı, Putin’i ya da Modi’yi “aşırı sağ” olarak adlandırmak oldukça sığ kalacaktır.

Teo-Milliyetçiliğin birçok farklı görünümü olsa da sanırım en yalın ve keskin halini yine Amerika’da ve Trump’ın politikalarında görebiliyoruz. Bu nedenle bundan sonraki çalışmalar için ikinci önerim “Rus Teo-Milliyetçiliği”, “Amerikan Teo-Milliyetçiliği”, “Türk Teo-Milliyetçiliği” veya “Hindu Teo-Milliyetçiliği” gibi çalışma konularını çeşitlendirmek olacaktır. Çünkü temel iddiam tüm bunların çatı olarak bir tür Teo-Milliyetçilik oldukları ama kendilerine has bir takım dini ve sosyal özellikler taşıdıklarıdır. Şimdilik bu yazıyı “Amerikan Teo-Milliyetçiliği” ve onun en güçlü temsili olan Trump’ın rüyasındaki Amerika’nın nasıl olduğunu anlamakla sınırlayacağım.

ABD’de Evanjelikler, özellikle 1980’lerden itibaren Cumhuriyetçi Parti’nin en güçlü tabanlarından birisi haline gelmişti. Ronald Reagan’ın başkanlık döneminde Moral Majority gibi hareketler, muhafazakâr Hristiyanları siyasette etkili bir güç olarak organize ettiler. Günümüzde ise Beyaz Evanjelikler, Cumhuriyetçi seçmenler arasında büyük bir oranı oluşturuyor. 2020 seçimlerinde Beyaz Evanjeliklerin %80’den fazlası Donald Trump’a oy verdi. 2024 seçimlerine gelindiğinde Trump yine Beyaz Evanjelik Protestanlar’ın %85’inin oyunu aldı.[2] Fakat Amerika’da Protestan ve Evanjeliklerin nüfusa genel oranı düşmektedir. Amerika’da Hristiyanların oranı 2007’den bu yana yüzde 16 puanlık bir düşüş yaşıyor.[3] Dolayısıyla Trump seçimi sadece Beyaz Evanjelik Protestanların desteği ile kazanmıyor. Aksine toplumun alt kesimleri, hata siyahlar da dahil olmak üzere geniş bir tabana sahip. Trump 2024 seçimlerinde mesela Hispanik erkeklerin %55’inin desteğini alırken, bu oran dört yıl önce aldığı %36’lık oy oranından 19 puan fazladır.[4] PEW’e göre Hispaniklerin %52’si kendilerini Katolik olarak tanımlıyor ve %21’i ise bir dine bağlı değil ama inançlı olduğunu söylüyor.[5] Dolayısıyla Trump’ın zaferini salt Evanjeliklere bağlamak yanıltıcı olur. Asıl önemli olan şey bunları birleştiren şeyin ne olduğunu anlamak. Kanaatimce en üstte Amerikan milliyetçiliği ama daha özelde ise insanlar Trump’da yoğun bir dindarlık yani Teo-Milliyetçilik duygusuna kapılıyorlar. Kilise katılımcılarının %88’i, kiliseye nadiren veya hiç gitmeyenlerin ise %77’si Trump’a oy veriyor.[6] Dindarlık dini kuralları uygulamak, kiliseye bağlı olmaktan daha fazla politik bir duygudaşlık anlamı kazanıyor. Diğer bir ifadeyle bir kimlik sunuyor. Bu yüzden en temel düzeyde, Teo-Milliyetçiliği toplumun belirli bir dini kimliği ve kültürüyle kaynaşmasını idealleştiren ve savunan bir ideoloji olarak tanımlamak doğru gözüküyor. Aslında gündelik hayat ve yaşam pratikleri açısından bakıldığında Trump’ın kendisi de çok dindar birisi değil ama temsil ettiği kimliği sıkı biçimde savunduğu için bu seçmen tarafından çok fazla da önemsenmiyor.

2. Amerikan Teo-Milliyetçiliği

Amerika’da Teo-Milliyetçiliğin ırksal bir beyaz üstünlükçülük ve siyah Amerikalılar ve göçmenler gibi etno-ırksal dış gruplara yönelik dışlayıcı tutum içerdiği iddia edilse de 2024 seçimleri Trump’ın siyahlardan özellikle alt sınıf siyahlardan oldukça önemli bir destek aldığını gösterdi. İnsanlar aidiyet hissi duydukları gruplara daha güçlü bağlanırlar. Özellikle toplum içinde kendini dışlanmış veya değersiz hisseden bireyler, kendilerine sunulan güçlü kimlik ve amaç duygusuna kapılabilir. İşsizlik, gelir eşitsizliği ve ekonomik krizler, insanları radikal hareketlere yönlendiren en önemli faktörlerdendir. İnsanlar ekonomik zorluklarla karşılaştıklarında, bunun suçlusunu genellikle “dış gruplar” olarak görürler. Amerika’da mutsuz ve gelecek konusunda umutsuz insanlar, neoliberalizm ve küreselleşme ile birlikte daha da yoksullaşan ücretliler Teo-Milliyetçiliğin sunduğu kimlik siyasetine daha sıkı bağlanmaktadırlar. Sistem tarafından terk edildiğini düşünen insanlar, düşman figürleri oluşturarak öfkelerini yönlendirebilir. Ekonomik zorluklar, sosyal değişimler ve politik huzursuzluklar bu öfkeyi tetikleyebilir. Böyle zamanlarda güçlü ve karizmatik liderler toplumsal öfkeyi kimlik politikaları ile daha ruhani değerler adı altında kontrol etmeyi başarabilir. Trump bir “Mesih figürü” olarak bu bağlamda kurtarıcı bir ideoloji olarak Teo-Milliyetçiliğin önemli bir taşıyıcısı haline gelmiştir. Hristiyanlar Trump’ın kişisel ahlaki hatalarına rağmen onu destekledi çünkü Trump, Amerikan Hristiyan kimliğinin korunması vaadini verdi. “Tanrı’nın savaşçısı” söylemi, Trump’ı Hristiyan milliyetçiliğin lideri haline getirdi.

Amerika’nın Tanrı tarafından seçilmiş özel bir coğrafya olduğu inancı, Amerikalıların, Tanrı’nın yeryüzündeki iradesini gerçekleştirmekle yükümlü oldukları düşüncesi ve ABD’nin Hristiyan değerleri üzerine kurulduğu ve bu misyonun sürdürülmesi gerektiği fikri Teo-Milliyetçi kimlik politikalarını besleyerek güçlendirdi. Trump, “Amerika’yı Tanrı’nın bir hediyesi olarak koruma” vaadiyle, dindarları mobilize etmeyi başardı. “Tanrı tarafından seçildiği” söylemi, destekçileri arasında güçlü bir kutsal savaş algısı yarattı.

Trump’ın göçmen karşıtlığı bu açıdan basit bir ırkçı ya da beyaz üstünlükçe söylem olarak da görülemez. Trump göçmenleri “Amerikan değerlerine” tehdit olarak sundu. Amerika’nın “Hristiyan bir ulus olduğu” ve göçmenlerin uyum sağlayamayacağı fikrini öne sürerek “Amerikan kimliğini koruma” adına göçmenlerin dışlanmasını meşrulaştırdı. İnsanlar kimliklerine yönelik bir saldırı duyduklarında ontolojik güvenlik algısı harekete geçer ve Trump bunu sağlayarak her kesimde ciddi bir göçmen karşıtlığı yarattı.

Bu da bize Teo-Milliyetçiliğin ırksal olmaktan daha çok kimliksel temelli olduğunu gösterir. Teo-milliyetçilik, sadece dini bir hareket değil, aynı zamanda toplumsal düzeni ve kimliği şekillendiren bir ideolojidir ve bu yüzden de bir kimlik siyasetedir. Ataerkil aile yapısının korunmasını savunur, LGBTQ+ karşıtıdır, feminizm ve göçmenlik gibi konulara karşı çıkar.  Sosyal kimlik araştırmaları, ulusal kimliğin dini kimlikle birleştirilmesiyle, “ulusa” olan bu bağlılığın daha da kutsallaştırıldığını, bu yeni kimliğin kişinin dini kimliğinden ayırt edilemez hale geldiğini, hatta kişini kendi dini haline geldiğini ileri sürmektedir. Bu kişiler devletin Hristiyan değerlerini savunmasını ve uygulamasını ister. Dini yasaları siyasi düzenin temeli olarak görür.

Teo-milliyetçilikte siyasi lider karizmatik bir kült lidere dönüşür. Karizmatik kült liderler toplulukları tarafından olağanüstü, neredeyse kutsal kişiler olarak görülür. Liderin sözleri sorgulanamaz ve eleştirilmesi grup içinde hoş görülmez. Çünkü liderin, takipçilerine kurtuluş veya daha büyük bir amaç sunduğuna inanılır. Trump, destekçilerini bir “biz” grubuna dahil ederken, muhaliflerini ve farklı toplumsal kesimleri “onlar” olarak göstererek tehdit unsuru haline getirir. Medyayı “halkın düşmanı” ilan ederek güvenilir bilgiye erişimi zorlaştırır. 2024 seçim kampanyasında Trump “Eğer ben kazanmazsam Amerika’da bir kan banyosu olacak” demişti. Bu anlayışa göre Amerikan’ın geleceği Trump’ın geleceği ile birleşmiştir ve bunu Tanrı istemiştir.

Bu yüzden Teo-Milliyetçiliklerin yükselişi demokrasi ve temel hak ve özgürlükler açısından ciddi bir tehdit olarak kabul edilebilir. Sivil ve demokratik milliyetçiliklerin yerini Teo-Milliyetçilikler aldıkça ülkeler kontrolü Tanrı adına ülkeleri yeniden dizayn etmeye başlayan karizmatik kült liderlere bırakıyor.  Bu yüzden Trump hem Gazze’de on binlerce sivili katleden Netanyahu ile hem de Ortodoks dünyasının yeni kurtarıcısı Putin ile hem de Hindu Teo-milliyetçi lider Modi ile çok iyi anlaşıyor. Hepsi sivil topluma karşı kendilerini adadıkları sözde Tanrılarının toplumsal vizyonunu gerçekleştiriyor. Trump “Benim başkanlığım Tanrı’nın planının bir parçası” derken ölümlü hayatları ile Tanrı’nın sonsuz planını yer yüzünde gerçekleştirdiğine inanıyor.

Kaynakça

[1] https://www.pewresearch.org/religion/2024/01/24/religious-nones-in-america-who-they-are-and-what-they-believe/

[2] https://www.prri.org/research/analyzing-the-2024-presidential-vote-prris-post-election-survey/.

[3] https://www.pewresearch.org/religion/2025/02/26/decline-of-christianity-in-the-us-has-slowed-may-have-leveled-off/

[4] https://www.reuters.com/world/us/trumps-return-power-fueled-by-hispanic-working-class-voter-support-2024-11-06/.

[5] https://www.pewresearch.org/religion/2023/04/13/among-u-s-latinos-catholicism-continues-to-decline-but-is-still-the-largest-faith/.

[6] https://www.prri.org/research/analyzing-the-2024-presidential-vote-prris-post-election-survey/.