Sivil ve Milli Direnişin Sembollerinden Yörük Ali Efe’nin Aziz Hatırasına

Sivil ve Milli Direnişin Sembollerinden Yörük Ali Efe’nin Aziz Hatırasına

Bugün, 23 Eylül 1951’in üzerinden tam 74 yıl geçti. Bu tarih, benim için yalnızca bir ölüm yıldönümü değil; aynı zamanda nesiller boyu yaşatılan bir aile hafızasının yeniden canlanmasıdır. Çünkü Ziya Gökalp’in dizelerine ilham veren Yörük Ali Efe, benim babamın dedesi, yani büyük dedemdir. Onu anmak, bir torun için yalnızca aile bağını tazelemek değil; milletin bağımsızlık mücadelesine yön vermiş yiğitlerden birini ve bir halk kahramanını hatırlamaktır.
Getting your Trinity Audio player ready...

Bugün, 23 Eylül 1951’in üzerinden tam 74 yıl geçti. Bu tarih, benim için yalnızca bir ölüm yıldönümü değil; aynı zamanda nesiller boyu yaşatılan bir aile hafızasının yeniden canlanmasıdır. Çünkü Ziya Gökalp’in dizelerine ilham veren Yörük Ali Efe, benim babamın dedesi, yani büyük dedemdir. Onu anmak, bir torun için yalnızca aile bağını tazelemek değil; milletin bağımsızlık mücadelesine yön vermiş bir yiğidi ve halk kahramanını hatırlamaktır.

Osmanlı’nın Son Döneminde Bir Genç

Büyük dedem Yörük Ali Efe, 1895’te Aydın’ın Sultanhisar ilçesine bağlı Kavaklı Köyü’nde doğdu. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi, annesi ise Atmaca aşiretinden Fatma idi. Ali, daha genç yaşta dağların ve ovaların sert gerçekleriyle tanıştı. Bölgenin zorlu koşulları, onun karakterini erken yaşta şekillendirdi. Henüz 19 yaşına geldiğinde, Ege’nin en saygın efelerinden Alanyalı Molla Ahmet’in grubuna katılmak için yola çıktı. Ancak bir zeybek grubuna kabul edilmek kolay değildi. Bir “kızan” olabilmek için cesaret, sadakat ve güvenilirlik sınavlarından geçmek gerekiyordu. Yörük Ali, bu zorlu denemelerin hepsinden başarıyla çıktı. Silah kullanmadaki ustalığı, dağlardaki çevikliği ve arkadaşları arasındaki dürüstlüğü kısa sürede Molla Ahmet Efe’nin dikkatini çekti. Böylece grubun en güvenilir üyelerinden biri oldu ve önemli görevlerde yer aldı.

Yörük Ali’nin hayatındaki dönüm noktası, Bozdoğan Kavaklıdere Baskını oldu. Bu çatışmada Molla Ahmet Efe ağır yaralandı ve hayatını kaybetti. Grup lidersiz kalmıştı; yeni bir önder seçilmesi artık kaçınılmazdı. Gösterdiği cesaret, adil tavrı ve tecrübesi sayesinde herkesin tercihi Yörük Ali oldu. O andan itibaren “Yörük Ali Efe” adıyla tanındı ve direniş bayrağını devraldı. Liderliğe geçtiği günden sonra yaklaşık 4 yıl boyunca dağlarda dolaştı, direnişi örgütledi. Fakat o yalnızca bir milis lider değildi; aynı zamanda halkın güven duyduğu bir isim haline geldi. Köylülerin sıkıntılarını dinledi, ihtiyaç sahiplerine yardım etti, yörede asayişi sağlamak için çabaladı. Onun adil ve mantıklı kararları, yalnızca yerel halk arasında değil, dönemin yabancı gazetecileri arasında da saygı uyandırdı. Özellikle İtalyan basını, onu sadece bir bölge kahramanı değil, evrensel değerlere sahip bir lider olarak tanımladı.

Milli Mücadelenin İlk Işığı: Zeybeklerin Yükselişi

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde zeybekler, halk için adaletin simgesiydi. Fakat 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle bu gelenek bambaşka bir misyona evrildi. Zeybekler artık yalnızca yerel sorunlara çözüm arayan savaşçılar değil; topyekûn bir milli bağımsızlık mücadelesinin öncüleri haline geldiler. İşte bu dönüşümün en önemli figürlerinden biri büyük dedem Yörük Ali Efe idi. Bu yeni dönemin ilk büyük işareti, tarihe “direnişin kıvılcımı” olarak geçen Malgaç Baskını oldu.

Malgaç Baskını, Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi’ndeki en erken ve en sembolik eylemlerden biri olarak tarihe geçti. 16 Haziran 1919’da Yörük Ali Efe’nin önderliğinde kurulan yaklaşık 60 kişilik milis gücü (efelerden, köylülerden ve askerlerden oluşan bir birlik)  İzmir-Aydın demiryolu üzerindeki Malgaç Köprüsü’nü koruyan Yunan karakolunu hedef aldı. Kısa sürede karakol imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirilerek Kuva-yı Milliye’nin gücü artırıldı. Bu baskın, yalnızca askeri bir başarı değil; aynı zamanda umutsuzluğa kapılan halk için bir umut ışığıydı. Yunan ordusunun yenilmez olduğu inancı sarsıldı, halk yeniden kendi gücüne inandı. Bu moral dalgası, çevredeki pek çok efe ve köylüyü Kuva-yı Milliye saflarına katılmaya teşvik etti. Artık Malgaç, basit bir askeri eylem olmaktan çıkmış, ulusal çapta bir direniş sembolüne dönüşmüştü. Küçük bir karakolun düşürülmesi bile Yunan kuvvetlerinde paniğe yol açtı; Nazilli’deki birlikler Aydın’a çekilmek zorunda kaldı. Bu olay, cephede kazanılan her küçük başarının bile düşmanın stratejisini bozabileceğini kanıtladı.

Malgaç Baskını’nın başarısı, kısa süre içinde yeni baskınların önünü açan bir “dalga” etkisi yarattı. Bu olaylar birbirinden kopuk, münferit eylemler değildi. Aksine, birbirini tetikleyen ve sinerjik bir güç oluşturan taktiksel bir zincir olarak gelişti. Nitekim Malgaç’tan yalnızca birkaç gün sonra gerçekleşen Erbeyli Baskını, bu eşgüdümlü direnişin en somut göstergelerinden biriydi. Bir baskının yarattığı panik ve düşmanı takviye için harekete zorlaması, diğer baskınlara yeni fırsatlar doğuruyordu. Bu durum, Kuva-yı Milliye’nin sadece yerel bir başkaldırı değil, stratejik bir akıl ürünü olduğunu ortaya koyuyordu. Tellidede ve Köşk’teki mücadeleler de bu direniş dalgasının devamı niteliğindeydi. Bu baskınlar halka şunu gösterdi: “Bir şeyler yapılabilir.” Korku yerini cesarete, çaresizlik yerini örgütlü direnişe bıraktı. Böylece bir halkın kolektif bilinci dönüşmeye başladı. Yörük Ali Efe de gösterdiği kahramanlıklarla bu direnişin simgelerinden biri haline geldi; halk arasında “Efelerin Efesi” diye anıldı.

Cumhuriyet’e Giden Yol

Yörük Ali Efe’nin Milli Mücadele’deki rolü, yerel bir milis gücünün liderliğinden ulusal ordunun resmi bir parçasına dönüşümün simgesi olarak öne çıkar. Onun komutasındaki “Milli Aydın Alayı”, kızanlardan, subaylardan, memurlardan, askerlerden ve gönüllülerden oluşan sivil-asker işbirliğinin çarpıcı bir örneğiydi. Bu birlik, 16 Haziran 1919’da Malgaç Demiryolu Köprüsü yakınındaki tam teçhizatlı düşman karakoluna düzenlediği baskınla Batı Anadolu’da düşmana karşı gerçekleştirilen ilk planlı ve bilinçli direnişi ortaya koydu. Ancak kısa sürede anlaşıldı ki, Kuva-yı Milliye’nin baskın ve gerilla savaşlarındaki etkinliği, cephe savaşlarının gerektirdiği disiplin ve düzen için yetersizdi. Gediz Cephesi’nde milis kuvvetlerinin dağılması ve geri çekilmesi bunun en çarpıcı örneği oldu. Bu durum, düzenli bir ordunun kurulmasını artık “kaçınılmaz bir ihtiyaç” haline getirdi. TBMM Hükümeti, dağınık milis güçlerini tek bir çatı altında toplamaya karar verdi. Bu dönüşüm, Yörük Ali Efe’nin Milis Miralay rütbesiyle Milli Aydın Cephesi Komutanlığı’na atanmasıyla resmileşti. Miralay bugünkü Albay rütbesine karşılık gelir. Bu atama, Yörük Ali Efe’nin artık yalnızca bir yerel efe değil, ulusal ordunun resmi bir subayı olduğunu gösteriyordu. Ancak süreç yalnızca bir rütbe değişikliğinden ibaret değildi. Onun komuta ettiği Milli Aydın Alayı, Batı Cephesi’nin kuruluşunun ardından 37. Piyade Alayı olarak yeniden yapılandırıldı ve Albay Şefik Bey’in komutasına bağlandı. Bu yapısal değişiklik, Yörük Ali Efe’nin Kuva-yı Milliye’den düzenli orduya geçişi bizzat deneyimlediğini ve merkezi komuta zincirine entegre olduğunu ortaya koyar. Üstelik o, güçlü yerel kimliğinden ödün vermeden, ulusal çabanın bir parçası haline gelmeyi başarmıştır.

Milli Mücadele’deki üstün hizmetleri ve kahramanlıkları nedeniyle Yörük Ali Efe, TBMM tarafından İstiklâl Madalyası ile onurlandırıldı. Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında, özel bir kanunla düzenlenmiş tek madalya olan bu nişan, minnet ve şükranın en yüksek sembolüydü. Yörük Ali Efe’ye verilen madalya “Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası” idi. Kırmızı şerit, savaşın aktif cephelerinde fiilen görev alıp hayatını ortaya koyanlara verilen en değerli ayrımı simgeliyordu. Bu detay, onun cephedeki aktif rolünü, cephe gerisinde görev yapanlardan ayıran bir onur işaretiydi. Cumhuriyet’in modernleşme adımlarından biri olan 1934 tarihli Soyadı Kanunu, Yörük Ali Efe’nin hayatında da özel bir dönüm noktası oldu. Bu kanunla birlikte resmi kayıtlara “Yörük” soyadıyla geçmesi, onun kişisel kimliği ile ulusal kimliğin uyumlu bir bütün olarak birleştiğini kanıtlıyordu. Böylece Yörük Ali Efe, yalnızca bir efe ya da bir direniş lideri değil; Cumhuriyet’in toplumsal belleğinde kök salmış, kültürel kimliğiyle de onurlandırılmış bir figür haline geldi.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından Yörük Ali Efe, yeni kurulan Cumhuriyet’te resmi bir kariyer sürdürmek yerine sivil hayatı tercih etti. Önce İzmir’e yerleşti; ancak 1928 yılında geçirdiği bir tramvay kazası sonucu bacaklarını kaybetti. Bu büyük talihsizlik onun yaşamını zorlaştırdı ama hayata tutunmasına engel olmadı. Halkın gözünde kahramanlığıyla omuzlarda taşınan Yörük Ali Efe, Aydın ili Yenipazar ilçesine dönerek mütevazı bir çiftçi ve iş adamı olarak yaşamını sürdürdü. Toprakla olan bağı, onun için sadece geçim değil aynı zamanda kimlik meselesiydi. “Yenipazarlı toprağı sever, toprağı seven insanı sever” sözü, memleketine olan sevgisini en sade haliyle anlatıyordu. Bu sevgi, onun vasiyetinde de kendini gösterdi: Ömrünün sonunda Yenipazar’a gömülmek istedi.

Yörük Ali Efe, ilerleyen yıllarda yakalandığı şeker hastalığı nedeniyle 23 Eylül 1951’de Bursa Devlet Hastanesi’nde hayata veda etti. Vasiyeti üzerine cenazesi Yenipazar’a getirildi ve ilk olarak annesi Fatma Hanım’ın yanına, Muslu Kuyu Mezarlığı’na defnedildi. Ancak yıllar sonra, mirasına duyulan saygının bir göstergesi olarak mezarının yeri değiştirildi. Bakanlar Kurulu’nun 29 Ağustos 2000 tarihli ve 2000/1252 sayılı kararıyla naaşı, Yenipazar’daki eski evinin bahçesine nakledildi. Bugün müze olarak hizmet veren bu evin bahçesinde yer alan mezarı, artık yalnızca bir aile hatırası değil; devletin ve milletin ortak hafızasını temsil eden bir anıt mezar niteliği taşımaktadır.

Hatırasının Mekânı: Yörük Ali Efe Müzesi

Bugün onun hatırasını yaşatan en önemli mekânlardan biri, Yenipazar’daki Yörük Ali Efe Müzesi’dir. Bu müze, yalnızca bir kahramanın kişisel eşyalarını sergilemekle kalmaz; aynı zamanda Ege’nin direniş ruhunu da yaşatır. Ancak bu mekânın ortaya çıkışı yalnızca devletin değil, aynı zamanda ailenin de çabasıyla mümkün olmuştur. Burada özellikle Kayhan Kavas’ın, yani büyük dedemin torunu ve benim babamın gayreti unutulmaz. Onun yıllar süren emeği, araştırmaları, girişimleri ve ısrarı sayesinde Yörük Ali Efe’nin hatırası somut bir mekâna kavuştu. Babam, yalnızca bir torun olarak değil; aynı zamanda bir bürokrat ve devlet adamı olarak da bu mirasın korunması için çalıştı. Nihayet bu çabaların sonucunda, Bakanlar Kurulu kararıyla naaşı evinin bahçesine taşınan Yörük Ali Efe’nin evi restore edilerek 2001 yılında müze olarak ziyarete açıldı. Bugün Yenipazar’da dimdik ayakta duran bu müze, bu özverili gayretlerle anlam kazanmış bir gurur abidesidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yörük Ali Efe Müzesi, Yenipazar/ Aydın

Bugüne Bıraktığı Miras

Bugün, ölümünün 74. yılında yalnızca bir aile büyüğünü değil; aynı zamanda bir milletin direniş sembolünü anıyorum. Çünkü biliyorum ki, eğer bugün özgür bir vatanda yaşıyorsak, bunun sebebi başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarıyla birlikte, büyük dedem Yörük Ali Efe ve bütün kahramanlarımızdır. Onlar, umutsuzluğun en koyu anında halkın kalbine cesaret, vatan toprağına umut ektiler.

Ruhun şad olsun Yörük Ali Efe… Senin yolun, bizim yolumuzdur. Dağlarda yankılanan adın, bugün müzede sergilenen hatıralarında, köy kahvelerinde anlatılan hikâyelerinde, gönüllerde çınlayan türkünde yaşamaya devam ediyor. Çünkü senin türkünü söyleyen her ses, aslında özgürlüğün, yiğitliğin ve halkın vicdanının sesidir.