Banksy’nin “Balonlu Kız” eserinin hikayesi sanat tarihi açısında ilginç ve ufuk açıcıdır. Eser, müzayedede satıldığı anda çerçeve içine saklanan imha makinasında resim parçalara ayırılıyor. Eseri satın alan koleksiyoner şaşkınlık içerisinde kalıyor. Tıpkı, Lübnan’da yaşanan olaylar karşısında kamuoyunun yaşadığı gibi…
Bu tip saldırılar, hem sivillerin etkilenmesi hem de bilgi ve iletişim teknolojilerinin bir savaş aracı haline getirilmesi nedeniyle gerek temel insan haklarını, gerekse birçok Birleşmiş Milletler kararını ihlal ediyor.
Lübnan’daki Saldırı
Olağan şüpheli olarak görülen İsrail, 17-18 Eylül tarihlerinde Lübnan’da gerçekleşen ve yaklaşık 5000 adet iletişim cihazının patlaması ile sonuçlanan hadise ile dünya gündemini sarstı. İlk başta bunun bir siber saldırı olduğu, cihazların uzaktan sadece siber saldırı sonucu patlatıldığı düşünüldü. Tabii olarak bu, kamuoyunu bir korku ve endişeye sürükledi. Televizyonlar, radyolar, internet siteleri ve sosyal medya bunu konuşur oldu. Zaman geçtikçe iki baskın görüş ortaya çıktı. Bu patlama ya pilden kaynaklanıyor ya da içine bir patlayıcı yerleştirilmiş olmalı. Bir süre sonra ise “patlayıcı” senaryosu ağırlık kazandı, cihazların tedarik süreci içerisinde cihazı üreten şirketlerin peşine düşüldü. Şu an kamuoyunda cihazlara patlayıcı konduğu yönündeki yaygın kanaat kabul gördü.
“Patlayıcı” senaryosuna göre, saldırıyı organize edenler insan istihbaratı ve/veya teknik istihbarat yöntemleri kullanarak “tedarik zincirinde” araya girmiş, ya üretim ya da taşıma esnasında cihazların içerisine patlayıcı yerleştirmişlerdi. Birlikte düşünelim, bu zahmete katlanan bir aktör sadece patlayıcı mı koymuştur? Yoksa, hazır bu cihazlara erişim varken asıl amaç “dinleme ve yer tespiti” yapmaya yönelik “böcekleri”, bunun yanı sıra gerektiğinde bu cihazları imha edebilecek araçları da beraberinde taşımak olabilir mi? Yani asıl amaç bu cihazların nerede olduğunu tespit etmek, onlar aracılığıyla bütün ortamı dinlemek olabilir mi? Patlamalarda aslında izleme altyapısı imha edilmiş olabilir mi? “Görevimiz Tehlike” filmlerinden hatırladığımız bu senaryo, akla daha yatkın geliyor.
Tedarik Zinciri Güvenliği
Piyasadn hazır temin edilebilir ürün (COTS) pek çok güvenlik organizasyonunun altyapısında önemli yer tutuyor. Bunları nihai ürün olarak düşünmemek gerek, aynı zamanda entegre bir sistemin parçaları da bu özelliklere sahip olabilir. Ülkeler özellikle kendi teknolojilerini üretme kabiliyeti olmadığı durumlarda piyasadan tedarik ettikleri ürünleri satın alabiliyorlar. Nitelikli güvenlik organizasyonlarının bu tip tedarik süreçleri için standartları vardır. Bu standartlar çerçevesinde alınan her bir ürün patlayıcı ve izleme riskine karşı değerlendirilir. Merak edenler “el tipi patlayıcı iz dedektörü” teknolojisini araştırabilirler.
Özel olarak kendini imha eden teknolojiler haricinde genellikle bu tip bulgulara rastlanırsa ürünler kullanılmaz, tedarikçi ile güven bağı sarsılır. Anlaşılan o ki Lübnan Hizbullahı tedarik süreçlerini iyi yönetmekte zorlanmış. Bu durum bölgede ve dünyada pek çok güven ilişkisinin tekrar gözden geçirilmesine sebep olacak. Daha yukarıdan bakarsak, ticari merkantilizm üzerine kurulu uluslararası barış tezi ile birlikte çok kutuplu bir kuvvetler ayrılığı tezini değerlendirmek yararlı olabilir. Burada en büyük güç, yerli üretim gücü ve sürdürülebilir dost tüketim.
Siber Fiziksel Saldırılar
Lübnan’da yaşanan olaylarla birlikte “siber güvenlik” tekrar çok konuşulur oldu. Siber yollarla fiziksel dünyayı etkileyen olaylara siber-fiziksel saldırı deniyor. Siber-fiziksel olaylar yeni değil. Refahiye’de yaşanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı patlaması, Estonya’da yaşanan ve Ruslarla ilişkilendirilen saldırısı sonucu bankacılık sektöründe yaşanan kesintiler, Ukrayna’nın elektrik altyapısına yapılan saldırı bu tip saldırıların başlıca örnekleri. Tabi bir de 2019 yılında yaşanan ilginç bir olay daha var.
2019 yılında Hamas’ın İsrail’e düzenlediği bir siber saldırı sonucunda, İsrail ordusu Hamas’lı hacker’lara bomba yağdırdı. Bu olay türünün ilk örneği sayılabilir. Siber bir saldırıya kinetik bir cevap pek çok açıdan mütekabiliyet prensibine uygun gözükmeyebilir. Ancak, bu durum siber saldırıların fiziksel saldırılarla eşdeğer tutulması anlamına geliyor. Benzer bir şekilde, NATO’nun siber güvenlik elkitabı sayılan “Talinn Manual”, bir NATO ülkesine yapılan bir siber saldırının, bütün NATO üyelerine yapıldığının kabul edilmesi açısından önemli.
Hibrit Savaşın Bilişsel Yönü
Açıkçası yukarıdakiler bu alanla yakın pek çok kişiyi şaşırtmayacaktır. Bir adım daha ileri giderek bu tip saldırıların ikincil sonuçlarını da gözden geçirelim.
İşin bir de psikolojik harp boyutu var. Lübnan’da gerçekleşen saldırı, sadece fiziksel yönüyle kalmayıp psikolojik açıdan da Lübnan Hizbullah’ında ciddi bir çöküntüye sebep olmuş olabilir. Sahada kimse elektronik teknoloji taşıyan birinin yanına gitmek istemez. Kaynağından emin olmadığı bir teknolojiyi kullanmak istemez. Başta psikolojik görünen bu etki, organizasyonların teknoloji ile ilişkisini bozması sebebiyle etkilenen organizasyonu neredeyse bir zaman makinası gibi teknolojik açıdan yaklaşık 20-30 yıl geriye götürür.
Diğer bir açı ise işin bilişsel yönü. Düşük yoğunluklu ve asimetrik savaş yöntemleri etkilenen organizasyon ve destekçisi topluluklar için ciddi bilişsel etkiler doğuruyor. Travma sonrası stres bozukluğu, duygu durum bozuklukları, disasosiyatif bozukluklar, dikkat eksikliği gibi bilişsel rahatsızlıklar ise aslında eskilerin moral durum dediği şeyin çok ötesinde kitlesel bir ruh haline dönüşüyor. Bunun en temel örneklerinden biri, Lübnan’da yaşanan olay sonrası ortaya çıkan bütün dünyanın “acaba cep telefonlarımız uzaktan patlatılabilir mi?” sorusu. Bu sorunun cevabı ne olursa olsun öyle bir noktaya gelindi ki, bu tartışma sürdükçe müesses kurumlar yıpranıyor, iş adeta toplumsal bir histeriye dönüşüyor.
Hibrit savaşın bütün bu yönlerinin yanında, savaşın sosyal medyaya taşınması ve yapılan psikolojik harekatlar ise organizasyonların ontolojisini hedef alıyor. Lübnan’da yaşananlardan sonra sosyal medyada İsrail’e yakın trol hesaplarda yapılan paylaşımlar çok ilginç: Çağrı cihazlarında “72 Bakire” yazısı ve saldırılarda cinsel uzvu zarar görenler üzerinden tetiklenen “kastrasyon kompleksi” organizasyonlarda adeta “id’in dağılması etkisi yaratıyor.
Bütün bunlar karşısında inanç ve aidiyet dışında siyasetin elinde bir araç kalmıyor. Bu, dünyada yükselen sağı ve kamplaşan dindarlığı açıklamanın diğer bir yolu. Bilimsel yönden konu ele alınmak istenirse yapılabilecek yegâne çalışma ise disiplinler arası veya multi-disipliner çalışmalar. Dikey uzmanlaşma önemini yitirmeyecek ancak neo-generalist perspektifi gözden kaçırmamak iyi olur.
Banksy’ye gelince. Banksky eserlerini satmayı pek sevmeyen bir sanatçı olarak halinden memnundur. Diğer yandan, eseri satan müzayede evi de iyi para almıştır. Eseri satın alan koleksiyoner başta biraz mutsuz olsa da daha sonra sanat anlayışında epistemolojik bir kopuş yaşayıp durumu post-modern bir şekilde anlamlandırmıştır. Sonuçta, sanat tarihine geçecek bir eser sahibi oldu. Bu esnada Banksy hepimizin algılarıyla oynadı. “Parayla sanatı satın alamazsınız.” diyerek ontolojik saldırısını gerçekleştirmiş oldu. Sanırım savaş konusunda Banksy’den öğrenecek çok şeyimiz var.