Getting your Trinity player ready...
|
Hapsolmanın Diyalektiği
Çağdaş dünya, geleneksel sosyolojik yapıların çözüldüğü, bireyin kronik bir güvencesizlik hissiyle baş başa kaldığı bir dönemin izlerini taşıyor. Bu dönemi, Zygmunt Bauman “akışkan modernite” olarak adlandırmış ve bireyi sabit referans noktalarından yoksun, sürekli bir akış ve değişim döngüsü içinde tanımlamıştır. Bu yeni çağda, bireye dayanak oluşturan ulus-devlet, aile ve cemiyet gibi kurumlar birer birer esneklik kazanma ve dönüşüm sürecine girerken, kimlikler ve toplumsal bağlar sürekli bir yeniden tanımlanma zorunluluğuyla karşı karşıya kalmaktadır. Türk toplumu özelinde ise bu küresel güvencesizlik hali, son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon, barınma krizi ve ekonomik istikrarsızlığın yarattığı somut bir gelecek kaygısıyla iç içe geçmektedir. Bu durum, bireyi geleceği kontrol etme idealinden uzaklaştırarak, mevcut anı maksimize etme ve doldurma arayışına, dolayısıyla derin bir tüketim alışkanlığına yönlendirmektedir.
Yirmi birinci yüzyılın başından itibaren Türkiye’de toplumsal yaşamı şekillendiren dinamikler yalnızca ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda mekânsal, demografik ve dijital boyutlarıyla da derin bir kriz manzarası ortaya koymaktadır. Günlük yaşam pratikleri, hane içi deneyimler, kentleşme süreçleri ve dijital medya kullanımı, bireylerin kendilerini giderek artan ölçüde sınırlanmış, kısıtlanmış ve “hapsolmuş” hissettikleri bir bağlama işaret etmektedir. Bu durum, basit bir ekonomik daralmanın ötesinde, çok katmanlı bir toplumsal dönüşümü ve krizi ifade etmektedir.
Bu tabloyu anlamak için, Bauman’ın akışkan modernitesi, Michel Foucault’nun “biyopolitika” yaklaşımı ve Henri Lefebvre’in “mekânın üretimi” teorisinin kesişimi önem taşır. Bauman’ın kavramı, bireylerin sürekli belirsizlik ve güvencesizlik içinde yaşamaya zorlandığını vurgularken; Foucault’nun biyopolitikası, devletin nüfus ve bedenler üzerinde uyguladığı denetim biçimlerini anlamaya imkân tanır. Lefebvre’in teorisi ise bu süreçlerin yalnızca toplumsal ilişkiler düzeyinde değil, aynı zamanda somut mekânsal düzenlemeler aracılığıyla da inşa edildiğini ortaya koyar. Bu üç kuramsal çerçevenin kesişiminde Türk toplumunun deneyimi, ekonomik, mekânsal ve dijital boyutlarıyla bir “hapsolma” süreci olarak okunabilir. Bu analiz, her kaçış girişiminin, bireyin kendi rızasıyla girdiği yeni bir hapishane kapısı olabileceğine dair modern paradoksu ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Demografik Kısıtlama
Türk toplumunda yaşanan en belirgin dönüşümlerden biri, nüfus artış hızındaki belirgin yavaşlama ve hane halkı yapısındaki radikal değişimlerdir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 yılı verileri, bu dönüşümün somut göstergelerini sunmaktadır. Nüfus artış hızı binde 3,4’e yükselmiş olsa da, bu artışın ardındaki yapısal değişimler dikkat çekicidir. Özellikle doğurganlık hızının düşüşü, Türkiye’nin demografik geleceği için kritik bir işarettir. Bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca dünyaya getirebileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı; 2001’de 2,38 çocuk iken, 2023 yılında 1,51 çocuğa gerilemiştir. Bu oran, nüfusun kendisini yenilemesi için gerekli olan 2,10 seviyesinin oldukça altındadır ve Türkiye’yi hızla yaşlanan toplumlar kategorisine yaklaştırmaktadır.
Bu demografik değişimi sadece bir krizin göstergesi olarak okumak, Foucault’nun biyopolitik yaklaşımının sunduğu derinliği gözden kaçırmak anlamına gelir. Foucault’ya göre modern devlet, iktidarını bireylerin bedeni ve yaşamı, yani nüfusun sağlığı ve üremesi üzerinde kurar. Ancak Türkiye’deki doğurganlık oranlarındaki düşüş, geleneksel biyopolitik stratejilerle çelişmektedir. Geleneksel olarak iktidarın nüfus artışını teşvik ettiği durumlarda, Türkiye’deki bu düşüş, bireyin bu duruma karşı geliştirdiği bir kendi kendini hapsetme veya hapsolma stratejisine işaret etmektedir. Bu hapsolmanın ardında birden fazla, karmaşık ve iç içe geçmiş faktörler yatmaktadır.
Bu faktörlerden ilki şüphesiz ki yüksek enflasyon ve gelecek kaygısını içeren ekonomik nedenlerdir. Artan yaşam maliyetleri, barınma, gıda, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında yaşanan zorluklar, çocuk sahibi olmanın getirdiği ekonomik gereklilikleri ve yükümlülükleri yerine getirebilmeyi neredeyse imkânsız kılmaktadır. Enflasyonun geleceğe dair tüm umutları tükettiği bir ortamda, çocuk sahibi olmak pek tabii bir lüks haline gelmiştir. Bu durum, bireyleri aile kurmanın getireceği mali ve duygusal yüklerden “kaçmaya” teşvik eder. Bu kaçış, bir özgürlükten ziyade, ekonomik koşulların ve toplumsal baskıların dayattığı bir zorunluluktur. Birey, ailesel bağların getirdiği geleneksel yükten kurtulduğunu düşünürken, aslında yalnızlığın ve sosyal izolasyonun labirentine hapsolmaktadır.
Demografik düşüş, sadece ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu nedenle bu hapsolma halinin sebeplerini incelerken karşımıza çıkan bir diğer belirgin olgu, toplumsal faktörlerdir. Türk toplumunda özellikle kadınların artan eğitim seviyesi, kariyer hedefleri ve değişen toplumsal cinsiyet rolleri, çocuk sahibi olma kararını kökten etkilemektedir. Geleneksel annelik ve aile rolleri sorgulanır ve yeniden şekillenirken, kadınlar artık bu rollerin ötesinde bir bireysel kimlik ve kariyer arayışı içindedir. Evlilik ve çocuk sahibi olmak, zorunlu bir toplumsal norm olmaktan çıkarak, kişisel bir tercih haline gelmiştir. Bu durum, bireylerin kendi hayatlarını ve geleceklerini geleneksel beklentilerden bağımsız olarak inşa etme çabasını gösterirken aynı zamanda bu özyaratım çabası, post-modern insanı geleneksel toplumsal destek ağlarından kopararak bir yalnızlaşma sürecine de itmektedir.
Son yıllarda küresel iklim krizi, çevresel felaketler ve kaynakların sınırlılığı gibi konular da, özellikle küresel etkileşimleri yakından takip edebilen genç kuşaklar arasında geleceğe dair derin bir endişe yaratmaktadır. Gelecek kuşakların daha kötü bir dünyada yaşama ihtimali, pek çok genç için çocuk sahibi olma fikrinden vazgeçme nedeni olabilmektedir. Bu, demografik düşüşü sadece yerel ekonomik koşullarla değil, aynı zamanda küresel düzeyde yaşanan varoluşsal kaygılarla da ilişkilendiren çok katmanlı bir tablodur.
Türkiye’deki bu demografik dönüşümlerin çok katmanlı yapısını daha derinlemesine anlamak için, benzer demografik sorunlarla mücadele eden diğer ülkelerin deneyimlerine bakmak aydınlatıcı olacaktır. Örneğin, Polonya’nın 2016 yılında başlattığı “Family 500+” programı, her çocuk için nakit yardımı sağlayarak yoksullukla mücadelede ve kısa vadeli doğurganlık artışında kısmi başarı elde etmiştir. Bu örnek, kaçışın ekonomik temellerle doğrudan ilişkili olduğunu ve finansal yükümlülüklerin hafifletilmesinin etkili bir strateji olabileceğini göstermektedir. Ancak tam zıttı birer örnekle; Japonya ve Güney Kore’nin deneyimleri, meselenin sadece ekonomik olmaktan öte, çok daha derin kültürel ve toplumsal boyutları olduğunu kanıtlamaktadır. Bu ülkeler, doğurganlık oranlarını artırmak için milyarlarca dolar harcamasına, ebeveyn iznini uzatmasına rağmen kalıcı bir başarı elde edememiştir. Bilhassa Güney Kore’de düşük evlilik oranları, yüksek cinsiyet eşitsizliği ve kariyer baskıları, kadınların çocuk sahibi olma kararını etkileyen temel faktörler olarak öne çıkmaktadır. Kore’deki feminist hareketlerin etkisiyle düşük doğurganlık oranı, bir tür toplumsal protesto aracına dönüşmüştür. Kadınlar evlilik ve çocuk sahibi olmayı reddederek, patriyarkal değerlerle şekillenen toplumsal yapıya karşı kolektif bir tepki göstermektedir. Japonya ise yalnızca düşük doğurganlık oranıyla değil, aynı zamanda sosyal yaşamdan tamamen çekilen gençlerin varlığı anlamına gelen “hikikomori” fenomeniyle de dikkat çekmektedir. Bu örnekler, Türkiye’deki demografik dönüşümlerin de benzer, çok katmanlı sosyo-ekonomik ve kültürel faktörlerden kaynaklandığına ve bu “hapsolma” stratejisinin geleneksel politikalarla kolayca tersine çevrilemeyecek kadar köklü ve çok katmanlı bir olgu olduğuna dair bir kanıt niteliğindedir.
Mekânsal Kapanma
Türk toplumunda demografik yapıdaki değişimlere paralel olarak mekânsal deneyimler de köklü bir dönüşümden geçmektedir. Henri Lefebvre’in “mekânın toplumsal üretimi” kuramı, bu dönüşümü anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Lefebvre’e göre mekân, basit bir fiziksel zemin değil, toplumsal ilişkilerin, iktidar dinamiklerinin ve gündelik yaşamın diyalektik bir ürünüdür. Bu bağlamda, 1+0 dairelerin ve “tiny house”ların birer trend olarak yükselişi, yalnızca bir mimari fenomen değil, aynı zamanda Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık ve barınma krizinin getirdiği baskılara ve bireyselleşme arayışına karşı geliştirilen, ancak bireyi dar bir alana hapsetme biçimidir.
1+0 dairelerin yaygınlaşması, modern kentlerin astronomik seviyelere ulaşan konut fiyatları ve yüksek kiralar gibi ekonomik zorunluluklarına bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bu küçük daireler, öğrenci, bekâr ve yalnız yaşayan nüfusun değişen yaşam tarzı ve bütçe kısıtlamalarına makul bir cevap vermektedir. Geleneksel sosyolojik analizler bu mekânsal daralmayı bir krizin semptomu olarak yorumlasa da, Bauman’ın akışkan modernite teorisi ışığında, bu durum aynı zamanda bir hapsolma veya kendini hapsetme hali olarak da okunabilir. Türk insanı, enflasyonist ortamda sürekli artan kiraların ve ev sahibi olma hayallerini bitiren konut fiyatlarının yarattığı ekonomik yükten kaçarak finansal olarak rahatladığını düşünürken; fiziksel olarak küçülen, sosyal olarak izole bir mekâna sıkışıp kalmaktadır. Bu durum, mekânın fiziksel, tasarlanan ve yaşanan boyutları arasındaki paradoksal ilişkiyi açıkça göstermektedir: birey, özgürleştiğini sandığı mekânda, modern hayatın dayattığı ekonomik koşulların fiziki ve psikolojik sınırlarına hapsolmaktadır.
Bu hapsolma halinin mekânsal biçimde en radikal ve ironik tezahürü ise “tiny house” hareketidir. Geleneksel konutların getirdiği fiziksel ve finansal yüklerden kaçmayı amaçlayan bu hareket, bir barınma çözümünden öte, minimalist ve sürdürülebilir bir yaşam felsefesinin somutlaşmış hâlidir. Türkiye’de giderek popülerleşen bu küçük evlerin; sahiplerine özgürlük, hareketlilik ve doğayla iç içe bir yaşam fırsatı sunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu yaşam tarzının altında yatan temel motivasyonlar, daha az tüketme ve çevre dostu bir yaklaşım benimseme gibi söylemlerle maskelense de, aslında ekonomik belirsizlik nedeniyle geleneksel konut sahibi olmanın imkânsız hale gelmesine karşı geliştirilmiş bir pes ediş biçimidir. Tiny house hareketi, görünüşte tamamen bilinçli ve proaktif bir strateji olsa da, aslında modern şehir hayatının karmaşası ve tüketim kültürünün yarattığı stresten kurtulmak için atılan, ancak bireyi toplumsal ilişkilerin ve büyük dünyanın dışında izole eden bir başka adımdır. Küçük evler, finansal yüklerden bağımsız, deneyimlere ve ilişkilere odaklanmış yeni bir yaşam biçiminin sembolü haline gelse de, bu kaçış aynı zamanda bireyi, toplumsal yaşamın karmaşık gerçekliğinden koparan, kendi küçük ve kontrollü dünyasına hapseden bir duvar örmektedir.
Mekânsal hapsolmanın yalnızca evlerin küçülmesiyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda kamusal alanların daralmasıyla da ilişkili olduğunu belirtmek gerekir. Parkların, meydanların ve ortak yaşam alanlarının ticarileşmesi, bireylerin toplumsal bir kamusal deneyim geliştirmesini zorlaştırmaktadır. Kentin çeperlerine itilen düşük gelirli gruplar, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal merkezden de dışlanmaktadır. Ayrıca, deprem gerçeği, mekânsal hapsolmayı daha da dramatik hale getirmiştir. 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler, Türkiye’de konut stokunun güvensizliğini gözler önüne sermiştir. Deprem sonrası yeniden inşa süreçlerinde devletin konut politikaları, özellikle dar gelirli kesimler açısından yeterli güvence sağlamamıştır. Böylece mekânsal hapsolma, yalnızca yaşam alanlarının küçülmesi değil, aynı zamanda güvensizlik ve kırılganlık üzerinden yeniden üretilmektedir.
Dijital Yankı Odaları
Türk toplumunun demografik ve mekânsal dönüşümlerle eş zamanlı olarak yaşadığı bir diğer köklü değişim, bireylerin dijital dünyadaki varoluş biçimleridir. Sosyal medya platformlarının algoritmaları, kullanıcıların sadece kendi görüş ve inançlarını destekleyen içeriklere maruz kaldığı “yankı odalarını” ve “filtre balonlarını” yaratmaktadır. Geleneksel eleştirel yaklaşımlar, bu durumu bireyin düşünsel ufkunu daraltan ve toplumsal kutuplaşmayı artıran bir yabancılaşma aracı olarak değerlendirmektedir. Ancak bu analizi Foucault’nun ve Bauman’ın kavramlarıyla birleştirdiğimizde, yankı odalarının sadece birer dijital hapishane olduğunu, akışkan modernitenin güvencesiz dünyasından kaçan bireyler için yaratılmış, ancak onları daha derin bir hapsolmaya sürükleyen sanal bir sığınak olduğunu görebiliriz.
Yankı odaları, fiziksel dünyadaki riskli ve kırılgan ilişkilerden kaçarak daha kontrollü ve kendi kendini onaylayıcı bir sanal topluluk içinde yeni bir “cemaat” kurma stratejisidir. Modern cemaatin ve ailenin bağlarından sıyrılmaya çalışan post-modern insan, bu dijital cemaate sığınmaktadır. Bu dijital kaçış, aynı zamanda ekonomik sorunların yarattığı hayal kırıklığından da bir sığınma alanı sunmaktadır. Birey, sosyal medya algoritmalarının etkisi altında olsa da, kendi iletişim kanallarını ve “tek kişilik hücrelerini” inşa ederek, kendilerini bu kapalı ortamlarda “özgürce” ifade edebildiklerini düşünmektedir. Bu durum, Bauman’ın tanımladığı çözülen geleneksel toplumsal bağlara karşı bir tepki olarak, ortak ilgi alanlarına veya ideolojilere dayalı, ancak fiziksel temasın getirdiği güvensizliklerden de arındırılmış yeni bir aidiyet biçimi sunar. Bireyin artan yaşam maliyeti nedeniyle gerçek dünyada elde edemediği başarı, refah veya tanınırlık arayışı, sanal dünyada bir ekonomik kaçışa dönüşmektedir. Ancak bu “özgürleşme” algısı yanıltıcıdır. Fiziksel dünyanın gerçek ve zorlayıcı etkileşimlerinden kaçan birey, dijital dünyanın tekdüze ve onaylayıcı döngüsüne hapsolmaktadır.
Dijital kültür, bireyin kimlik ve benlik algısını da kökten dönüştürmektedir. Dijital benlik, fiziksel bedenden bağımsız, “istenildiğinde seçilebilir, değiştirilebilir veya terk edilebilir” yeni bir varoluş biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Foucault’nun biyopolitik kavramı, bu bağlamda yeni bir boyut kazanır. Geleneksel olarak iktidar, bedeni ve nüfusu yönetirken, dijital çağda bu kontrolün odağı “dijital benliğe” kaymaktadır. Algoritmalar, reklamlar ve popüler kültür, bireyin idealize edilmiş bir kimlik sunumu yaratmasını teşvik ederek, ona sözde bir “özgürlük” sunarken, aslında onu yeni bir biyoiktidar ağına, yani algoritmik bir kontrole tabi kılmaktadır. Foucault’nun “panoptikon” kavramsallaştırması burada güncellenmiş bir anlam taşır: bireyler gözetlenmekten öte, gönüllü biçimde kendi davranış kalıplarını algoritmik düzeneğe teslim etmektedir.
Türkiye’de özellikle gençler arasında bu dijital hapsolma belirgindir. TikTok, Instagram gibi platformlarda geçirilen günlük ortalama süre 2 saate yaklaşmakta, bu durum yalnızca zaman kullanımını değil, kültürel üretimi ve siyasal katılım biçimlerini de etkilemektedir. Algoritmik filtreler, bireylerin farklı görüşlerle karşılaşma ihtimalini azaltmakta, toplumsal kutuplaşmayı güçlendirmektedir. Böylece dijital hapsolma, yalnızca bireysel tercihler değil, toplumsal yapının bütününe yayılan bir kapanma biçimi haline gelmektedir.
Sonuç: Post-Modern Labirentte Türk İnsanı
Türk toplumu, ekonomik, mekânsal ve dijital düzlemlerde yaşadığı hapsolma deneyimleriyle, adeta bir post-modern labirentin içinde yön aramaktadır. Bu labirentin aktörleri farklı biçimlerde tezahür etmektedir. Ekonomik güvencesizlik altında sürekli yeni çıkış yolları arayan ve çoğu zaman göç ihtimalini düşünen bireyler, mekânsal daralma nedeniyle gündelik yaşamını küçülen evlere ve sınırlı kamusal alanlara sıkıştıran topluluklar, ya da dijital platformların sunduğu algoritmik cemaatler içinde aidiyet bulan gençler, bu labirentin farklı yüzlerini temsil etmektedir.
Bu hapsolma deneyimleri yalnızca bireysel değil, aynı zamanda siyasal düzeyde de belirleyici sonuçlar doğurmaktadır. Ekonomik güvencesizlik, bireyleri siyasetten uzaklaştırmakta; geçim mücadelesi, demokratik katılımın önüne geçmektedir. Mekânsal sıkışma, kent çeperlerinde yaşayanların siyasetten dışlanmasını beraberinde getirmektedir. Dijital kapanmalar ise siyasal tartışmaları kutuplaştırarak demokratik temsilin kalitesini zayıflatmaktadır.
Bu tablo karamsar olsa da çıkışsız değildir. Bu post-modern labirent, yalnızca bir kriz alanı değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal tahayyülün başlangıç noktası olarak da görülebilir. Labirentin duvarlarını esnetebilecek ve bireyin öz-hapsolma stratejilerini tersine çevirebilecek adımlar, çok boyutlu ve kapsamlı politikalar gerektirmektedir.
Örneğin sosyal konut projelerinin kapsamının genişletilmesi, kiraların düzenlenmesi, kadınların işgücüne katılımını artıracak kreş ve bakım desteklerinin sağlanması ve gençlere yönelik istihdam fırsatlarının yaratılması, bireyin temel ekonomik güvencesizlik hissini hafifletecek düzenlemeler olma niteliği taşıyacaktır. Kamusal alanların ticarileşmesini durdurarak, ortak yaşam alanlarını genişletmek ve kent merkezinin dışına itilen grupların kentsel hizmetlere erişimini kolaylaştırmak da mekânsal sıkışmışlığı azaltacaktır. Bunun yanı sıra dijital okuryazarlık programlarının yaygınlaştırılması ve algoritmik şeffaflık politikalarının hayata geçirilmesi, bireylerin yankı odalarının farkına varmasını ve bilinçli dijital davranışlar geliştirmesini teşvik edecektir. Ayrıca yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve gençlerin siyasal süreçlere aktif katılımının teşvik edilmesi, demokratik temsilin yeniden inşasına katkıda bulunabilir.
Sonuç olarak, Türk toplumunun yaşadığı bu post-modern labirent, bireyin yaşadığı güvencesizlik ve özellikle yüksek enflasyon ile ekonomik koşulların yarattığı baskılara karşı geliştirilen, ancak onu daha derin bir hapsolma durumuna sürükleyen bir paradokstur. Bu labirentte, her kaçış girişimi, bireyin kendi rızasıyla girdiği yeni bir hapishane kapısı olmaktadır. Ancak eğer hapsolma biçimleri doğru okunur ve uygun politikalarla karşılanırsa, bu labirent bir çıkmaz olmaktan çıkıp, yeni bir toplumsal sözleşmenin zemini haline gelebilir.
Kaynakça
- Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. (2020). Yaşlı Nüfus İstatistik Bülteni. https://www.aile.gov.tr/media/89041/yasli_nufus_istatistik_bulteni.pdf
- Anadolu Ajansı (AA). (2018). Türkiye Nüfusunun 2040’ta 100 Milyonu Geçmesi Beklenmektedir. https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/turkiye-nufusunun-2040da-100-milyonu-gecmesi-beklenmektedir/1069265
- Bauman, Z. (2000). Liquid Modernity. Polity Press.
- Bauman, Z. (2007). Consuming life. Polity Press.
- Barut Tugtekin, E. (2021). Sosyal Ağlarda Sanal Kimlik Kullanımının İncelenmesi. ResearchGate. https://www.researchgate.net/publication/354758391_Sosyal_Aglarda_Sanal_Kimlik_Kullaniminin_Incelenmesi
- Beyttürk İnşaat. (2024). 1+1 Daire Yatırımı Neden Akıllı Bir Tercihtir?. https://www.beytturkinsaat.com.tr/1-1-daire-yatirimi-neden-akilli-bir-tercihtir
- (2025, Nisan). 2024’te Doğan Bebek Sayısı Açıklandı. Hürriyet. https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/genel-haberler/2024te-dogan-bebek-sayisi-aciklandi_ID1611634/
- Bloomberg HT. (2025, Şubat 6). 2024’te Nüfus Artış Hızı Binde 3,4 Oldu. https://www.bloomberght.com/2024-te-nufus-artis-hizi-binde-3-4-oldu-3740986
- (2025, Şubat 6). Türkiye’nin 2024 Nüfus Verileri Açıklandı: Kaç Kişi Olduk?. https://www.capital.com.tr/haberler/tum-haberler/turkiyenin-2024-nufus-verileri-aciklandi-kac-kisi-olduk
- (2025, Şubat 6). Türkiye’nin Nüfusu 85 Milyon 664 Bin 944’e Çıktı. https://www.diken.com.tr/turkiyenin-nufusu-85-milyon-664-bin-944e-cikti/
- Ekonomi Gazetesi. (2025, Temmuz 5). Yaşlı Nüfus Politikalarına İhtiyaç Var. https://www.ekonomigazetesi.com/ekonomi/yasli-nufus-politikalarina-ihtiyac-var-53399
- (2025, Ağustos 17). 1+0 Daireler 8 Yıl Aradan Sonra Yeniden Gündemde. https://www.ertv.com.tr/1-0-daireler-8-yil-aradan-sonra-yeniden-gundemde-yeni-duzenlemenin-detaylari-aciklandi/21604/
- (2025). Yalnız Yaşamın Yükselişi: Türkiye’de Tek Kişilik Hane Halklarının Profili. https://www.fikriyat.com/galeri/yasam/yalniz-yasamin-yukselisi-turkiyede-tek-kisilik-hane-halklarinin-profili/5
- Foucault, M. (1978). The history of sexuality, volume 1: An introduction. Pantheon Books.
- Foucault, M. (2008). The birth of biopolitics: Lectures at the Collège de France, 1978–1979. Palgrave Macmillan.
- (2021). Tiny House Nedir?. https://www.hanehouse.com/tiny-house-nedir/
- Hürriyet. (2021). Sosyal Medyada Gündem Oldu: 1+0 Daire 2500 TL. https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/sosyal-medyada-gundem-oldu-1-0-daire-2-500-tl-41897007
- Journal of Social. (2023). Dijital Kültürün Gündelik Yaşama Etkileri ve Kuşaklar Arası…. https://journalofsocial.com/files/josasjournal/7ed463b1-7934-48bb-9445-38961bc4cf90.pdf
- Lefebvre, H. (1991). The production of space. Blackwell.
- OCO House. (2025, Şubat 22). Tiny House: Avrupa için Sürdürülebilir Yaşam Çözümü. https://www.ocohouse.com/tr/genel-tr/tiny-house-avrupa-icin-surdurulebilir-yasam-cozumu/
- (2023). OECD family database. OECD. https://www.oecd.org/els/family/
- (2021). Toplumsal Değişimin Bir Göstergesi Olarak Gençlerin Evliliğe Yönelik Tutumları. https://www.researchgate.net/publication/351233310_Toplumsal_Degisimin_Bir_Gostergesi_Olarak_Genclerin_Evlilige_Yonelik_Tutumları
- (2025, Temmuz 14). Türkiye’de 2024 Yılında 2 Milyondan Fazla Kişi İller Arası Göç Etti. https://www.sde.org.tr/haber/turkiye-de-2024-yilinda-2-milyondan-fazla-kisi-iller-arasi-goc-etti-haberi-59233
- Sözcü. (2021, Kasım 15). Yıllar Sonra Geri Dönen Evlerin Fiyatı. https://www.sozcu.com.tr/yillar-sonra-geri-donen-evlerin-fiyati-800-bin-liradan-basliyor-p213770
- (2023). Social media usage in Turkey – statistics & facts. Statista. https://www.statista.com
- TÜİK. (2025a). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Adrese-Dayal%C4%B1-N%C3%BCfus-Kay%C4%B1t-Sistemi-Sonu%C3%A7lar%C4%B1-2024-53783&dil=1
- TÜİK. (2025b). İstatistiklerle Aile, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Aile-2024-53898
- TÜİK. (2025c). Uluslararası Göç İstatistikleri, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Uluslararasi-Goc-Istatistikleri-2024-54083
- (2022). State of world population 2022: Seeing the unseen – The case for action in the neglected crisis of unintended pregnancy. United Nations Population Fund. https://www.unfpa.org
- World Bank. (2023). World development indicators. World Bank. https://data.worldbank.org
- Yaşlı Hakları Derneği. (2025, Şubat). Türkiye’de 2024 Nüfusu Açıklandı. https://yaslihaklaridernegi.org/tr/blog/turkiyede-2024-nufusu-aciklandi-ulkenin-onunde-yaslilik-sinavi-var/
- Yoon, S. Y. (2016). Low fertility in South Korea: Causes, consequences, and policy responses. Asian Population Studies, 12(1), 1–20. https://doi.org/10.1080/17441730.2016.1160202
- Ujita, H. (2020). Hikikomori: Social withdrawal in Japanese youth. Child and Adolescent Psychiatry and Mental Health, 14(1), 1–9. https://doi.org/10.1186/s13034-020-00334-2
- Żuk, P., & Żuk, P. (2020). Nation, family and reproduction: The Polish political discourse on reproductive rights. Journal of Gender Studies, 29(6), 741–752. https://doi.org/10.1080/09589236.2019.1703843