Sosyal Diyalektiğin Çarkları Veyahut Mini Etekli İmam Hatipliler

Sosyal Diyalektiğin Çarkları Veyahut Mini Etekli İmam Hatipliler

Bir süredir Türkiye’de yaşanan kültürel melezleşme ve sosyal diyalektik (sentez) dikkatimi çekmekte. Sosyal diyalektik kabaca, toplumun dahili çelişki ve çatışmalarının neticesinde yeni bir toplumsal terkibe ulaşılacağını vazeder.
Getting your Trinity player ready...

Erken Türk Edebiyatının en belirgin teması olan toplumsal Doğu-Batı (veya dindar-seküler) çelişkisini çağrıştıran kültürel ürünler günümüzde revaçta. Kitlesellik açısından bakıldığında, dizi sektörü günümüzde kültürel anlatıların başlıca taşıyıcısı konumunda. Güncel dizilerde, Samuel Huntington’ın Türkiye’yi “bölünmüş ülke (torn country)” kategorisine sokmasına sebep olan bu toplumsal çelişkinin yarattığı mümbit alandan istifade edilmektedir. Doğu Demirkol, kendi serüvenini anlattığı “Doğu” dizisinde ailesi içerisindeki bu çelişkiyi yansıtıyor. Dizinin takipçilerinin hatırlayacağı bir “hafızlık” sahnesi vardır. Hafızlık eğitimi alan çocuğun annesi, “hafız olmanın ne gibi avantajı var” sorusuna; iki kişiye şefaat ederek yanında cennete sokma hakkı verildiği şeklinde cevap verir. Bunun üzerine çocuk, “kimleri yanında götüreceksin” sualini “Kendall Jenner ile Dua Lipa” diye yanıtlar. Açıkçası izlerken bu isimleri tanımıyordum. Sonra internetten bakınca yabancı kadın model ve şarkıcılar olduğunu gördüm. Buradaki nükte, kendisini hafız olmaya gönderen ailenin çocuğunun cennete ultra profan yabancı kadın model-şarkıcıları götürmek istemesindeki çelişkili durum. Bu sahne, günümüz Türkiye’sindeki üst nesillerin politik iktidar ile beraber muhafaza çabalarına rağmen alt nesillerin kültürel melezleşmesinin çok kısa bir kesiti.

Benzer bir durum, bu sefer gerçek dünyada, Abdurrahim Dilipak’ın bir X gönderisi ile başlayan “mini etekli İmam Hatipli” tartışmasında gözlemlenmiştir. Dilipak, Adana Hümeyra Ökten Kız Proje İmam Hatip mezuniyet töreninde çekilmiş bir fotoğrafı “mini etekli ilahiyatçılar geliyor” ifadesiyle birlikte paylaştı. Bunun üzerine kimileri bu tepkiye katılırken, kimileri de kız çocuklarının etek boyuyla uğraşılmasına tepki gösterdi. Bir kullanıcı da buradaki önyargıyı eleştirerek kızların fotoğrafın çekildiği törende “Kardan Aydınlık” şiirini seslendirdikleri videoyu paylaşarak cevap verdi. Birçok açıdan ilginç bir enstantane ve sosyal medya etkileşimi denilebilir. Buradaki görüntü, Dilipak’ın tepkisi ve ona gelen cevaplar bu yazıyı yazmaya beni itti.

Bir süredir Türkiye’de yaşanan kültürel melezleşme ve sosyal diyalektik (sentez) dikkatimi çekmekte. Sosyal diyalektik kabaca, toplumun dahili çelişki ve çatışmalarının neticesinde yeni bir toplumsal terkibe ulaşılacağını vazeder. Bu minvalde, sadece kendi üniversitemde son yıllarda başörtüsünü çıkarmış birden fazla ilahiyatçı akademisyen biliyorum. Bu durum, iktidarı elinde tutan muhafazakar-İslami elitler açısından yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna işaret etmektedir. Bu yazıda, genel sosyal dönüşüm meselesine derinlemesine girmeden, yalnızca İmam Hatip Okulları (İHO; Ortaokul ve Liseler) bağlamında bir değerlendirmede bulunacağım. Söze girmeden birkaç kavramsal açıklama yapmak istiyorum. Öncelikle metinde “mini eteği”, sekülerleşmenin dışsal bir görüngüsünü temsil eden metaforik bir ifade olarak kullanacağım. Seküler bireylerden bahsederken de bunu bir iman değil amel meselesi olarak alacağım. Yani, dini kaideleri günlük hayatlarında belirleyici bir unsur olarak almayan kişileri kastediyorum; bu yaşam tarzı, inançlı veya inançsız olarak da benimsenebilir.

Yaşım ve ailemin sosyo-politik duruşu itibariyle hafızamda kalmış en eski politik hatıraların başında büyüklerimin 28 Şubat sürecinde İmam Hatip okullarına yönelik baskılara karşı gerçekleştirdiği eylemler gelmekte. Çocuk aklımda esasında iyi bir şey olan “devleti” ele geçirmiş bir takım “kötü” adamlar “iyi” insanlara eziyet etmekteydiler. Sadece İHO açısından baktığımızda bile bugün geldiğimiz noktayı düşününce son 20 yılda yaşadığımız dönüşüm baş döndürücü. Hem İHO’nun sayısı hızla artarak yatay olarak genişledi, hem de önüne büyük maddi imkanlar sunulan Proje İmam-Hatip Liseleri ile nitelikleri yükseltildi. Proje İmam-Hatipler dışında da bu okullar çeşitli kanallar vasıtasıyla diğer dengi okulların pek çoğuna nazaran daha iyi imkanlara sahip oldular. Örgün eğitimin devletin bir ideolojik aygıtı olarak sosyal doku üzerinde sonuç üretebilecek bir araç olduğunun keşfedilmesinden beri maarife hakimiyet ve onun muhtevasına yön verme arzusu ideolojik bir mücadele alanı haline geldi. İHO’lar da Türkiye’deki mevcut egemen elit bloğunun bu konudaki en önemli vasıtalarından biri olmasından ötürü hususi ilgiye mazhar oldu.

İmam Hatiplerdeki dönüşüm ve büyümenin yolbaşçısı olan kişi ve kadronun bu okullara olan aidiyet duygusu ve geleceği inşa edecek gençliği kendi kafalarındaki imaja göre yukarıdan aşağı kurgulama iştihası bu okulların omuzlarına kaldırmada zorlanacağı misyonlar yüklemiş oldu. Son yirmi üç yıldır ülkeyi yöneten iktidar, cumhuriyetin geleneksel elitleri tarafından aslında kapatılan medreselerin yerine din adamı yetiştirmek üzere bir tür “meslek lisesi” formatında tasarlanmış İHO’ya, ideolojik müktesebatı gereği bu işlevinin çok daha ötesinde yüklenmiş olan vazifeleri genişleterek sürdürdü. İHO, 1970’lerde geçirdiği statü değişimi gereği ilk ciddi genişlemeyi bu yıllardan başlayarak yapsa da muhafazakar tarihsel bloğun gücünü konsolide etmesiyle beraber 28 Şubat ile gelen daralma aşılmış ve daha önce görülmediği kadar nicel ve nitel genişlemeye gitmiştir. Bu süreçte İHO sadece yatay ve dikey olarak genişlememiş; yatılı imkânlar ve kapsamlı eğitim programları ile bütüncül bir insan yetiştirme projesine dönüşmüştür.

Değerlerin Muhafazası

Bu bahsettiğimiz misyonların birincisi, küreselleşme, dijitalleşme ve bunların neticesinde yatay olarak bilgiye anında erişimin genç dimağlar üzerinde yarattığı dehşetengiz sekülerleşme potansiyeli ile ilgili. Hiyerarşik olarak dini veya diğer tür bilgileri edinme biçimi ağırlığını kaybetmekte. Bilhassa muhafazakar anne babaların, bu etkilerden çocuklarını izole etme arzusunun devlet tarafından yerine getirilmesi bu okullara yüklenen önemli bir misyon. Bu düşünce tarzında öğrencilerin “din dışı” mesleki ve akademik tercihleri ikinci plandadır. Hatta zaman zaman İslami ihtisas bile arka plandadır denilebilir. İstenilen şey çocukların İslam alimi olması değil, belli yüzeysellikteki bir dini eğitimle bile olsa mevcut yaşam biçimi, kültür ve terbiyenin muhafazasıdır. Toplumsal İHO talebi dünyevi hayat içerisinde dini değerlerle var olarak bunu gelecek nesillere aktarma arzusunun bir vasıtasıdır bu misyon içerisinde. Akademik çalışmalar bize çocukların kahir ekseriyetinin İHO’ya gitme tercihlerini belirleme sürecinde en büyük etkinin anne-baba veya geniş aile yönlendirmesi olduğunu söylemektedir. Ayrıca ülke genelinde erkek öğrenci sayısı daha yüksek olduğu halde İHO’da kız öğrenci oranının fazla olması da bahsettiğimiz geleneksel ve korumacı aile beklentilerinin izdüşümü olarak değerlendirilebilir. Çocuklarının kendi kültürel hikayelerini sürdürmeme ihtimalinin yarattığı ontolojik kaygı velilerin gözünde bu okulları en azından varsayılan menfi etkileri tahdit edecek bir sığınak olarak görmesine yol açmaktadır. Çocuklarına kendi dini ve manevi değerlerini örgün eğitim vasıtasıyla aktarım isteği ve karma eğitimin olmayışı gibi unsurlar yine bu değer koruma kaygısının birer yansıması olarak gözükmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle İHO, “milli ve manevi değerlerine bağlı, alnı secdeye varan, tarihini ve ecdadını çok iyi tanıyan” bir nesil yetiştirme misyonuna sahiptir. Muhafazakar değerlere sahip velilerin kaygıları ile kendileri de aynı tedrisattan geçmiş ve bu tasaları taşıyan muktedir muhafazakar elitlerin (sınıfsal sebeplerle kendileri çocuklarını bu okullara artık pek göndermeseler de) siyasi ve kültürel ajandası çakışınca İHO “büyük stratejisinin” sosyolojik ve siyasi ayağı tamamlanmış bulunmaktadır. Buna siyasetçinin tekrar seçilme kaygısıyla toplumsal talebi karşılama isteğini de ekleyebiliriz. Teorik olarak bu durum aslında kusursuz bir eşleşme. Peki ama bu veli-iktidar uyumunun “kendi suretlerinde yaratmak” için üzerlerinde proje geliştirdiği öğrenciler-çocuklar bu fotoğrafa aynı kusursuzlukta uymakta mıdır? İşte “mini etekli İmam Hatipliler” meselesi bu soruya verilen cevaptaki muğlaklıktan neşet etmektedir. Yüklenen bu birinci vazifenin yerine getirilmesinde arıza meselenin öğrenci ayağında ortaya çıkmaktadır. Çünkü yatay genişleme arttıkça sadece arzu edilen modelden oluşan bir öğrenci kitlesi yaratmak veya sürdürmek son derece zorlaşmaktadır. Nicelik bu noktada nitelikten tavizleri ister istemez talep etmektedir. Bundan dolayı büyük İHO stratejisine sempati ile bakan zevatın kendi dünyalarında “yozlaşma” olarak okudukları sosyal diyalektiğin ürünü olan durumlarla karşılaşmaları son yaşanan örnekteki gibi kaçınılmaz hale gelmektedir. Gresham yasasındaki mantığın (kötü para iyi parayı kovar) İHO’da da işleyeceği ve neticede bu korunma fonksiyonunun ortadan kalkma ihtimali projeyi bu açıdan iflasa sürükleyebilecektir.

Davanın Kuluçka Merkezi

İHO’ya yüklenen bir diğer misyon ise bu okulların İslami “davanın” kuluçka merkezleri olarak görülmesidir. İHO aslında cumhuriyetin din alanını düzenleme adına devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak ortaya çıkmış olsa da İslami hareketin kuluçka merkezi olarak değerlendirilerek etrafında kutsal bir hale oluşturulmuştur. İHO’ya İslami dava içerisinde biçilen rol toplum adına bir “öncü” sınıf oluşturmasıdır. Bunun için İHO mezunları adına pek çok vakıf ve dernek kurulmuş ve bu okulların geliştirilmesi kutsi bir dava mertebesinde görülmüştür. Çünkü bu okullara bağlılık sadece insanların bitirdikleri eğitim kurumlarına yönelik geliştirdikleri nostaljik bir aidiyet duygusundan değil, Türkiye’nin geleceğine dair yetiştirilmek istenen ideolojik insan formasyonunun da en yaygın kurumsal aracı olmasından kaynaklanmaktadır. İmam-Hatip “nesli”, “zihniyeti”, “davası” kavramları, Anadolu veya Fen liselerinde bulunmayan bir ortaklığa işaret etmektedir. Bir Ülkücü tarafından yazılmış olsa bile daha çok İslamcı camiaya mal olmuş olan “Kardan Aydınlık” şiirinin ülke çapında bir marş gibi İHO’da okutulması bu “dava okulu” rolüne işaret etmektedir. Yine aynı isimle TRT’nin çevrimiçi platformu Tabii’de yayınlacak olan ve Türkiye’nin ilk imam hatip lisesi müdürü Mahmut Celalettin Ökten’in hayat hikayesini anlatan dizinin fragmanında da İHO’nun nasıl bir lise olmaktan öte bir “dava” meselesi olduğu açıkça ortaya konmaktadır. Haliyle burada okuyan öğrencilerden beklenen insan formasyonuna ve makbul İmam-Hatiplilik performanslarına aykırı bulunan davranışlar “davaya zarar veren hareketler” olarak algılanarak tepki yaratmaktadır.

Bir “dava” vazifesi yüklenmiş İHO’nun “mini etek” ile çelişkisi işte bu noktada başlamaktadır. İHO dahilinde bir mini etek imajı “dava” ile varılmak istenen noktadan uzaklaşıldığının bir göstergesidir. Çünkü bu anlayışa göre mini etek veya sekülerliğin diğer görüngüleri sadece bireysel bir tercih değil kutuplaşılan dünya algısı, insan formasyonu ve politik tercihlerin tezahürüdür. İHO içerisinden bu tür “ürünlerin” var olması veya ortaya çıkması davanın altının oyulması, içinin boşaltılması veya içten fethedilmesi anlamına gelmektedir. Sekülerliğin temsili olarak algılandığı için politik addedilen bu giyim tarzının “dava adamlarının kuluçka merkezinde” belirmesini kolaylaştıran şey ise İHO’nun yaygınlaştırılması ülküsüdür. Bu ülkünün gerçekliğe dönüşmesi İHO’lara biçilen öncü sınıf yetiştirme misyonunu zora sokan bir durumdur. Davayı kitlelere ulaştırmak nicel bir başarı olarak sayılsa bile farklılıkları ihtiva etme zorunluluğundan kaynaklı olarak aynı zamanda bir “sapma” anlamı da taşımaktadır. Buradaki çelişkili durum bu tarz öğrencilere “müellefe-i kulûb” muamelesi yaparak müsamaha gösterildiği düşüncesi ile aşılabilir. Ancak dünyeviliğin görüngülerinin İHO’lardaki nicel artışı ve nitel derinleşmesi ihtimali davanın içine çökmesi (implode) neticesini de doğurabileceğinden sürekli bir ontolojik tedirginlik yaratarak Dilipak örneğindeki “İslami” tepkilerin katlanarak artmasına da yol açabilir. Bu kitleselleşme haliyle davanın öncülerini veya fikri elitlerini “öz” korunarak yetiştirme istikametinden de ayrılma potansiyelini de fazlasıyla taşımaktadır.

Muhafazakar Orta Sınıf

İHO’nun bir diğer misyonu da geleceğin muhafazakar şehirleşmiş orta sınıf ve elitlerinin yetiştirilmesidir. Türkiye’de ücretsiz ve kaliteli kamusal eğitim sosyal mobilizasyonun yıllarca en önemli ayağını teşkil etmiştir. Bugün Türkiye’deki muhafazakar bloğun elit sınıfını oluşturan pek çok kimse de eleştirdikleri Cumhuriyet kurumlarının birer ürünü olarak bulundukları pozisyonlara erişmişlerdir. İHO da Cumhuriyetin eğitim ağının bir parçası olarak bu dikey mobilizasyona kendi kapasiteleri kadarınca katkı sunmuştur. Bugün bilhassa proje İHO ile sağlanmaya çalışılan şeylerden biri toplumun sosyo-ekonomik olarak orta-alt katmanlarından gelen geleceğin muhafazakar elit adaylarının İslami ekosistem içerisinde kaliteli eğitimle yetiştirilmesidir. Kişisel becerileri ile toplumsal hiyerarşinin üst sıralarına tırmanabilecek potansiyelde olan öğrencilerin kazandıkları Anadolu ve Fen liselerinde sekülerliğe kurban verilmesi riskinin minimize edilmesi İHO için önemli bir vazifedir. Çünkü bu gençler mevcut muhafazakar siyasal elitlerin belki de tamamlayamadan ahirete irtihal edecekleri siyasal hedeflerin gelecekte nihayete erdirilmesinde insan kaynağını oluşturacaklardır.

Mini etekli veya dindar olmayan İHO öğrencilerinin görünürlük kazanarak normalleşmesi geleceğin muhafazakar elitlerinin özü yitirmesine, asabiyelerini kaybetmelerine veya mahalle değiştirmelerine varacak tehditler içermektedir. İHO’dan beklenen mütedeyyinliğin cismani tezahürlerinin hilafına bir hareket veya yaşam biçimi görüntüsü vermemesidir. Bu tezahürlerin en görünürü başörtüsü ve giyim-kuşam olduğundan kabak yine öncelikle kız öğrencilerin başına patlamıştır. Çünkü İHO sıradan bir okul sistemi değil “laik Cumhuriyetin” öngördüğüne alternatif olacak bir insan formasyonu üretme gayesi taşıyan endoktriner bir kurum olarak değerlendirilmektedir. Ancak işte daha önce de belirttiğim yatay genişleme durumu, görece dar ve nitelikli bir kadro ile İslami elitler yetiştirmek yerine bu eğitimi kitleselleştirme, çokluğun birçok kez kaçınılmaz olarak yol açtığı çoğulculuk durumu yaratmaktadır. Toplumun ortalaması neyse, bu okullardaki öğrenciler de öyle olacaktır. Bu da ister istemez kendileri açısından “mini etekli”, “başörtüsü takmayan”, “namaz kılmayan”, “içki içen” v.b. İmam-Hatipli sorunu ile yüzleşmeyi getirmektedir.

Tefrika-i Tedrisat

İHO’ya yüklenen bir diğer misyon, memnun olunmayan Türk modernleşmesi tecrübesinin varsayılan “zararlı” etkilerini kırmak adına Tevhid-i Tedrisat’da gedik açma hedefidir. Monarşi dönemi Türk modernleşmesi, bilhassa III. Selim ve II. Mahmud gibi “avangart” sultanlar ve daha sonra bürokratik elitler tarafından kılavuzluğu yapılarak yukarıdan-aşağıya tatbik edilmeye çalışılan bir olgu olmuştur. Osmanlı müesses nizamının bel kemiğini oluşturan geleneksel kurumların başlangıçta kökten sökülmesinin mümkün olmamasından ötürü bu geleneksel yapılara paralel olarak modern kurumlar inşa edilmiş ve tedricen bu “cedid” müesseseler geleneksel olanların aleyhine genişlemişlerdir. Bu da, dualistik bir müesseseleşme ve sosyal bünye ortaya çıkarmıştır. Osmanlı’nın hukuk alanında Mecelle ile billurlaşan sentez arayışları bunun bir ürünüdür. Bu durumdan eğitim alanı, modern ve dini olarak ayrışma ile nasibini fazlasıyla almıştır. Tevhid-i Tedrisat menfi sonuçlar üreten bu dualistik duruma bir nihayet verme amacı taşımıştır. Ancak bu tevhidin modern-seküler eğitim lehine olması haliyle ikililiğin diğer tarafı açısından olumsuz ve hatta yıkıcı bir gelişme olmuştur.

İHO, başta medreselere mukabil bir mesleki eğitim kurumu olarak tasavvur edilse de varoluş hikmetinin yukarıda bahsettiğimiz misyonlara evrilmesi neticesinde muhafazakar bloğun egemen modern-seküler eğitim nizamına karşı bir direnç hattı haline gelmiştir. Uzun AK Parti tecrübesi ile muhafazakar bloğun kamu otoritesine büyük oranda hakim hale gelmesi eğitimdeki bu defa modern müesses nizamın dini içerikli bir eğitim ağı ile muhasara edilme imkanını sağlamıştır. Anadolu liselerine mukabil “Anadolu İHO”, Fen ve Sosyal Bilimler Liselerine mukabil İmam Hatip “Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulları” bir paralel eğitim nizamı inşası olarak değerlendirilebilecek uygulamalardır. İHO’nun yaygınlaştırılmasında eğitimdeki modern-sekülerlik lehine gerçekleştirilen “tevhitte” gedik açma gayesi görülmektedir. Ancak bununla beraber şunu da eklemeliyiz ki bilhassa proje okullarındaki müfredatta büyük oranda (takriben %75 bilimsel, %25 dini) bilimsel dersler ağırlıklıdır. Benim tahminim, proje İHO’nun müfredatındaki bu “modern” eğitim ağırlığına, “mini-etek” metaforunda olduğu gibi “içeriden” bir itiraz henüz gelmemekteyse eğer, “kalenin içten kaybedilmesi” düşüncesiyle çok uzun sürmeden gelecektir.

İmam Hatipler Kapatılsın mı?

Seküler kesimden gençler espri ile karışık “İmam Hatipler Kapatılsın” sloganını zaman zaman tekrarlamaktadırlar. Peki gerçekten İmam Hatipler ne olmalı? Bu noktada muhafazakar bloğun kamu otoritesini kullanan elitlerinin bu okulların misyonu hakkında bir muhasebe yapması gerekiyor. Eğer bu okullar mümkün olduğunca çok sayıda öğrenciyi kapsayacak şeklide “dindar nesillerin” yetiştirilmesi misyonunu taşıyorsa, “mini-etekli imam hatiplilerin” var olduğu ve hatta sayılarının ileride artarak okulların sosyolojisini değiştirebileceği gerçeği ile yüzleşilmek durumunda. Eğer mesele toplumun tamamının seküler bile olsalar en azından dinini bilen bireyler olarak yetişmesi ise (Kenan Evren’in Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini savunurken söylediği gibi: “Bir insan hiç olmazsa iki rekat namaz kılmasını bilmeli”), o zaman İHO’nun nicelik olarak artışına değil, örgün eğitimin genelinde müfredatlarda değişikliğe yönelinmesi gerekiyor. Ancak bu durumda da yukarıdan aşağıya bir toplumsal mühendislik projesinin nasıl başarısız olacağından “Kemalist rejim” eleştirisi yaparken bahsetmeyi çok seven İslamcı elitlerin, aynı usulü tatbikin bu kez olumlu sonuç vereceğini düşünmeleri de bir çelişki olacaktır. Dindarlar modernlik-sekülerlik lehine tevhit ettirilmiş örgün eğitimin kendileri için “zararlı etkilerinden” çocuklarını nasıl muhafaza ettilerse, sekülerler de aynı şeyi küreselleşme ve dijitalleşmenin de ziyadesiyle yardımıyla çok daha kolay bir şekilde gerçekleştirebilirler. Eğer mesele “davanın” sürdürülmesi ise bu İHO’nun kitleselleşmesini gerektirmiyor. Aksine dar kadrolu ancak gerçekten “inanmış” öğrencilerden müteşekkil bir yapıya işaret ediyor. Toplumsal talebe gelindiğinde ise, burada üzerinde durulması gereken bu okulların yaygınlaşmış şekliyle bu arzu edilen değerleri koruma vazifesini bugünün teknoloji düzeyinde ne kadar yerine getirebildiği ve hatta zoraki kayıtlardan kaynaklı olarak ne kadar ters etki yaptığıdır.

Benim düşüncem; İHO’nun yüksek nitelikli ve İslam Dünyasına da yön verebilecek kalitede İslam bilginlerini yetiştirebilecek (ve bunun olabilmesi için gereken özgün ve eleştirel düşünce imkanını da sağlayabilecek) ve ülkenin imam ile ilahiyatçı ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde bir nicelikte kalması yönünde. Muhafazakar bloğun, İHO’yu bir toplumsal dönüşüm veya muhafaza vasıtası olmak gibi sosyolojik misyonlar yükleyerek kitleselleştirdiğinde yukarıda bahsettiğimiz arızalarla yüzleşmeleri kaçınılmaz olacaktır. “Eğer toplumsal talep olmasaydı zaten bu kadar okul gerekmezdi” gibi bir akıl yürütülebilir. Bu noktada da kamu otoritesi tarafından İHO’ya gösterilen özen, yapılan yatırımlarla albenisi ve niceliksel olarak arzını arttırma durumu haliyle kendi talebini de doğurabilir. Bu da bahsettiğimiz niceliksel artış ve muhafazakarlar açısından “niteliksel düşüş” halini kaçınılmaz kılıyor. Öte yandan diğer Fen ve Anadolu lisesi gibi okullarda okuyan ülkenin en başarılı öğrencileri de devletin İHO’lara müspet anlamda özel bir muamele yaptığı algısıyla kendilerini “ikinci sınıf vatandaş” olarak hissederek bir an önce “kapağı yurt dışına atma” heveslerine kapılabiliyorlar.

Peki düzen bu şekilde devam ederse? Ben günümüz dünyasının küreselleşmiş ve dijitalleşmiş sosyolojisinin idarecilerin hayalindeki “dindar nesil” mühendisliğine pek cevaz vereceğini düşünmüyorum. Küreselleşme, dijitalleşme, bilgiye kolay erişim gibi durumların yanı sıra sosyal diyalektiğin dönüştürücü etkisinden ötürü nehrin akışını tersine çevirmek çok güç. Eğer İHO tarih ve sosyolojinin bu akışı karşısında sadece bir baraj olarak değerlendiriliyorsa, akarsuyun şiddetine ne kadar dayanabilir, bu da başka bir soru. Bundan dolayı İslamcı elitlerin sayıları ve imkanları son derece artmış İHO üretmeleri bir anlamda Pirus zaferi niteliği taşıyacak gibi duruyor. Evet, dindarlar sınıfsal, entelektüel ve bürokratik olarak elitleşebilir ancak buradan bir “nesil” çıkar mı sualinin cevabından şüpheliyim. Ayrıca proje İHO’nun müfredatında bilimsel derslerin ağırlığının olması ve dengi diğer okulların müfredatlarına dini ilimlerle ilgili yeni seçmeli derslerin eklenmesi ile bu okullardaki eğitim de birbirine yaklaşmaktadır. Kanımca; toplumun genelinde olacağı gibi İHO öğrencileri için de sosyal diyalektiğin çarkları işleyecek ve ne İslamcı elitin hayalini kurduğu dindar nesil, ne de dine tamamen bigane bir topluluk vücuda gelecektir. Yaygınlaşmış İHO özelinde bakarsak, burada yetişecek öğrencilerin kahir ekseriyeti yeni bir terkib ürünü olarak dünyevileşmiş ancak dini malumat veya müktesebata sahip bir insan topluluğunu teşkil edecektir. Yine de geleceğe dair bir öngörü ile yazıyı bitirirken sosyal diyalektiğin ifrata da kaçabilen tarihsel determinizmine kapılmamak adına istikbalde ne olacağına dair son hükmü bağlama uygun koyalım: Allahu a‘lem!